11 Eylül 2009 Cuma

Ah, Koca Sinan, Ah!


Marmara'yı vuran sel felaketinin ardından çarpık kentleşme, şehrin mimari yapısı, alt yapı problemleri yeniden taştışılmaya başladı. Bir türlü ıslah edilemeyen dereler, en ufak bir yağmurla bile alt üst olan kent dengesi, her sel felaketinin ardından yıkılan köprüler..

LAZ MÜTEAHHİT KÖPRÜSÜ SELE YENİLDİ
Şiddetli yağışlar bugün itibarıyla hız kesmiş görünüyor. Ancak meteoroloji cuma ve cumartesi günleri yağışın yeniden hızını artıracağını söylüyor.. Bir kez daha mı aynı görüntüyle karşı karşıya kalacağız. " Tarih tekerrürden ibarettir" sözünden hiç ders almadık. Ayamama deresi defalarca taştı ancak bir türlü ıslah edemedik. Köprülerimiz yıkıldı, yenisini yaptık, onlar da yıkıldı. Neden yıkıldığını bir türlü çözemedik. Belki de işimize gelmedi. Ama Mimar Sinan köprüsüne dönüp bakmayı akıl edemedik. Çünkü dünkü felakete rağmen o köprü hala ayakta duruyor. Laz müteahhidin köprüsü ise sele yenildi.

MİMAR SİNAN'DAN DERS ALMADIK
“MİMAR Sinan yıllar önce Silivri’ye 22 gözlü köprü yapmış, demek ki tarihte bu bölgede sel baskınları sıkça yaşanırmış ve Sinan bunun tedbirini almış. Şimdi tüm dere yatakları imara açıldı, varolan dereler de ıslah edilmedi, yaşanan bu felaket göz göre göre geldi” diyor emekli Burhan Yavuz. İkinci el satın aldığı arabası sele kapılmış suyun kuvveti ile bir başka arabanın üstüne çıkmış sitenin ortasına kadar sürüklenmiş.

Burhan Yavuz bir yandan arabasını inceliyor bir yandan da olayı anlatıyor: “Yağmur başladığında yaz yağmurudur dedik önemsemedik, bir süre sonra adeta gök delinmişti. Önce E5 (D100 karayolu) kapandı, sonra da her yeri sel aldı. Kimse bizi uyarmadı, bu sel sitenin en kalabalık olduğu temmuz ayında olsaydı çok can alırdı”

KÖPRÜNÜN ÖZELLİKLERİ
İstanbul Silivri ilçesinde Silivri Çayı üzerinde bulunan bu köprü eski İstanbul-Edirne yolunun önemli bir geçit noktasında bulunmaktadır. Mimar Sinan’ın yapmış olduğu yapıların listesini veren Tuhfet’ül Mimarin’de Mimar Sinan eserleri arasında ismi geçmektedir. Ayrıca mimari yapısı da XVI.yüzyılda yapıldığını göstermektedir. Silivri Köprüsü 348.00 m. uzunluğunda 32 gözden meydana gelmiştir. Alçak bir vadide oldukça uzun oluşundan ötürü de köprü gözleri mimar Sinan’ın diğer eserlerinde olduğu gibi sivri kemerli olmayıp hafifçe basık kemerlidir. Yapımında köfeki ve kalker cinsi taş kullanılmış, tampon duvarları büyük bloklarla örülmüştür. Köprünün selyaranları memba ve mansapta üçgen şeklindedir. Bunlar sivri olarak başlayıp kısa bir yükselmeden sonra köprünün tempan duvarları ile birleşerek kaynaşmaktadır. Bunun da nedeni köprünün fazla su tazyiki ile karşılaşmamasıdır. Köprünün her iki yanındaki korkuluklar birbirlerine demir bağlantılarla, kamalarla kuvvetlendirilmiştir.


Madde 1:

27 Temmuz 2002 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Mimar Sinan, 450 yıl önce gördü” başlıklı haberdeki fotoğraf, Silivri’deki son sel felaketinin habercisiydi!

Fotoğrafta Mimar Sinan’ın Silivri’nin Tekirdağ yönündeki çıkışında sel olgusunu dikkate alarak uzunluğunu iyiden iyiye büyüttüğü köprüsünün hemen paralelinde devletin karayollarının yaptığı E-5 yolundaki köprünün gülünç genişliği görülüyordu.

Bu da yetmemişçesine, Sinan’ın köprüsü ile deniz arasında sel yatağının deltası içine yapılmış yazlıklar, daha içeride altyapıları olmayan gecekondu apartmanlar dikkati çekiyordu.

Fotoğrafın vurguladığı haber şu iki uyarı ile noktalanmıştı:

“*E-5 karayolunda selin geçişi için yeterince boşluk bırakılmadığından Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan karayolu bir selde her an kapanabilir.

*Sel yatağı içine yapılan binalarda yaşayanlar bir sel olayında yaşamlarını ve tüm varlıklarını o an yitirebilirler.”

Yedi yıl önce Cumhuriyet, okurlarına, sorumlulara bir falcılık, bir kehanet yapmamış, olacaklara dikkati çekmişti. Yedi yılda ne yapıldı? Hiçbir şey!

Madde 2:

“Koca” Sinan’dan 450 yıl sonra İstanbul’un “Koca” Belediye Başkanı seçilen, muhallebici çocuğu Kadir Topbaş son sel felaketinin sorumlusunu bir çırpıda bulup açıkladı: “Bir sprey kullanıyorsanız, gazın ozon tabakasını deldiğini de bilmeniz gerekiyor!”

Ah bu “sprey” üreticileri! Mecbur musunuz Özleyiş Topbaş hanımefendi, oğullarımız Hüseyin ve Ömer Topbaş ile kızımız Kübra Kavurmacı için de “sprey” üretmenize? Bakın sizin yüzünüzden ne oldu? “Koca” Sinan’ın 450 yıl önce gördüğü gerçeğe karşılık “koca” Topbaş 31 kişinin katili olarak “sprey” üreticilerini ve kullananları suçladı. Topbaş’ın bu sorumsuzlukta hiç ama hiç suçu yoktu! O, Saray Muhallebicisi’nde sütten çıkmış AK Partili, ak kaşıktı.

Topbaş başka ne diyor? “Bilinçsizce yapılan binalarla insanlar maddi ihtiraslarına esir oluyor. Hepsini takip etmeye çalışıyoruz ama hangisine yetişelim...” Ah bu İstanbullular, “koca” Belediye Başkanı’nın “acz” içinde olduğunu itiraf ettirecek böyle bir yapılanmaya nasıl göz yumarsınız? Üstelik onun belediyesinden “inşaat ruhsatı” alarak?

Madde 3:

Topbaş’tan önce, yıllarca İstanbul’un “koca” başkanlığını yapan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? “Atalarımız ‘Derenin intikamı ağır olur’ demişler… Dere yataklarındaki yapıları kaldıracağız!”

Atalarımızın, yani “Koca” Sinanların ne dediğini bilen Başbakanımızın “koca” başkanlığı döneminde de dere yataklarına inşaat ruhsatı verilmemiş miydi? Şimdi iş işten geçtikten ve 31 kişinin katlinden sonra tutturmuş “Dere yatağındaki yapıları kaldıracağız!” diyor.

Madde 4:

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ne diyor? “Bu hakikaten bir tufan belirtisidir. Buna ne Türkiye’de ne Amerika’da ne de hiçbir yerde alınacak önlem vardır. Ne zaman dere yatağı işgal edilirse yatak tekrar işgal edilen alanı belli bir süre sonra geri alır. Bu tabiatın kuralıdır. Vatandaşlarımız dere yatağına ev yapmışsa bunu kaldıracağız.”

Eroğlu kim? Çevrecilik alanında tonlarca diploması olan bir profesör… Erdoğan’ın “koca” başkanlığında İSKİ ve Çevreden Sorumlu Genel Müdürü değil miydi? Koca Sinan’dan 450 yıl sonra Şuhut ilçesinde babasının tarlasında başladığı sulama ihtisasının ardından vaktiyle Süleyman Demirel’in Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü koltuğunda da oturmamış mıydı?

Ah Koca Sinan ah! Sen bir profesör, bir hoca değildin ama unvanın “koca” idi… Ne diyor Eroğlu? “Alınacak hiçbir önlem yok!” Senin aldığın önlemi dışlamasaydı, acaba bu felaketin boyutu böyle olur muydu?

Madde 5:

1965’te Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subaylığı öğrenirken bir derste hocamız olan bir subay “Savaş öncesinde meteorolojik raporların yayını durdurulmalı ki, düşmanınız da bu bilgilerden yararlanmasın” demişti. 1974 Kıbrıs çıkartmasında bunun uygulaması da yapılmıştı.

Oysa şimdi uzay gözetlemesi ile meteorolojik tahminlerde değil bir ülkede durumu, İstanbul’un herhangi bir semtindeki oluşum saatlerce önceden nokta atışı olarak bile saptanabiliyor.

Nitekim Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Mehmet Çağlar “kuvvetli yağış olacağını duyurmakla kalmayıp İstanbul Valiliği ile de bağlantıya geçtiğini” açıkladı. İstanbul Bölgesel Tahmin Merkezi “Oluşması muhtemel riskleri ani sel, su baskını, yıldırım düşmeleri” olacağını uyardı ve “sellerden korunma yöntemlerine de” dikkati çekti.

Ne valilik, ne belediye, ne “Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM)” gereken yöntemleri uyguladılar ne de sel bölgelerinden tahliyeler yaptılar.

Madde 6:

Koca Sinan Silivri’de ne öngörmüştü? Dere yataklarından geçen köprü kesitlerinden bolca yapılarak etki alanının uzatılmasını, şiddetli sağanak yağmurunun sele dönüşmeden denize bir an önce kavuşmasını planlamıştı.

Devletin Karayolu ne yaptı? Tam tersini… Çevreci İSKİ’cimiz, muhallebicimiz ve imam hatipli başkanlarımız neler yaptılar? Sinan’ın tam tersine yöreyi yalnızca ruhsatlı iskâna açmakla kalmayıp İkitelli ve Halkalı’yı da sanayi bölgesi yaparak aşırı betonlaşma, aşırı asfalt yollarla toprağın suyu emmesini engellediler; böylece suya hız ve dolayısıyla güç kazandırılarak yıkıma tam gaz verdirerek taşkınlara, ölümlere ve maddi kayıplara neden olmadılar mı? Acaba belediyelerimizin ellerinde sel bölgeleri haritaları ve halkın tahliye planları var mı?

Zama da Zam!


İster bir işletmede, ister bir ülke ekonomisinde olsun, rekabetin temelinde “ucuzluk” ve “kalite” yatar. “Ucuzluk” üretim maliyetinin düşürülmesi ile gerçekleşir. Üretimde ucuzluğu; ham ve ara madde fiyatları, işçi ücretleri, tüketilen akaryakıt, doğalgaz, elektrik gibi enerji girdileri belirler.

Her dört Türk’ten birinin işsiz olduğu, Türk Cumhuriyet tarihinin en kötü ekonomik küçülmesi ile dünyada 1. sıraya oturulduğu, dış satımın yapılamayıp fabrikaların kapandığı ve tehlike çanlarının çaldığı bir ortamdan çıkmak için “sakız” reklamlarından medet umulduğu günlerin tanığıyız.

Devletin, memurlarına günde 1.5 TL’lik “pide zammına” yanaşmadığı, yüzde 2.5 TL’lik toplu sözleşme artış önerisi yaptığı bir ortamda, bir günde akaryakıta yüzde 13.4, ardından elektriğe toptan yüzde 25, tüketiciye yüzde 10 oranında zam ne anlama geliyor? Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün üyeleri arasında Türkiye, bu zamla elektrik fiyatında artışta 2. sıraya yükseldi.

Memur daha fakirleşsin, talep olmayacağı için tüketim daha da düşsün, üretim gerilesin, fabrikalar kapansın, işsizlik daha da artsın gibilerden bir kısır döngünün yaratılması her halde imam hatip okullarının ekonomi kürsülerinde öğretiliyor.

İşletmenin girdilerinde akaryakıt, doğalgaz, elektriğe ödenen faturanın yükselmesi ile bırakın Türkiye’deki vatandaşın gönenç düzeyinin gerilemesini, üretim maliyetindeki artışla dış ticarette rekabet nasıl sağlanır?

Aklı sıra AKP hükümeti, “enflasyonda gerileme varken zam yapmanın tam sırası” mantığı ile bindiği dalı kesmiyor mu? AKP’nin bindiği daldan tepetaklak düşmesine sevinemeyiz.. Çünkü olan sonuçta Türk halkına olacak!

Hiç yorum yok: