30 Eylül 2009 Çarşamba

12 yaşındaki mendilci Ahmet’ten hayat dersi!

Dün 15 milyon öğrenci ders başı yaptı...

Bilecikli Ahmet ise, Mecidiyeköy’deki Profilo trafik ışıklarında elindeki kağıt mendilleri satmak için yeşil ışığın yanmasını bekleyen araçların camlarını tıklatıyordu.

“Sen okula gitmiyor musun” dedim, gerisi geldi:

- İki sene önce dördüncü sınıfı bitirdim ve bıraktım.

- Neden?

- Babam hapse girdi...

- Ne yaptı ki?

- İnce iş... Şimdi anlatamam...

- Annen neden çalışmıyor peki?

- O da çalışıyor, aha orda... (Eliyle 10-15 metre uzakta kucağında bir bebekle dilenen kadını gösteriyor.)

- Oooo, iyisiniz... Bu ışıklar sizin kontrolünüzde yani...

- Kız kardeşim de cam siliyor...

- Vay, vay, vay... İyi para götürüyorsunuzdur. ..

- Üçümüz günde 200-250 liradan aşağı toplamıyoruz. ..

- Ayda 6 milyar eder...

- Geçiyor... Ama pazar günleri çalışmıyoruz... Çünkü pazarları bu ışıklar tıkanmıyor. İş olmuyor. Ben de balık tutup satıyorum. Sana da getireyim mi?

- Boş ver balığı, o kadar parayı ne yapıyorsunuz?

- Birazını babama gönderiyoruz, birazını yiyoruz, yarısını da biriktiriyoruz.

- Biriktirince ne yapacaksın, dükkân mı açacaksın kendine?

- Manyak mıyım be abi, ne dükkânı... Araba alacağız. Babam hapse girmeden önce korsan (kaçak taksicilik) yapıyordu, büyüyünce ben de aynı işi yapacağım.

- Ev almayacak mısınız?

- Evimiz var, belediye verdi. Kâğıthane’de...


***



Bu sırada ışık yeşile dönüyor ve arkamdaki araçların sürücüleri kornalarına abanmaya başlıyor... Ama muhabbet tatlı, Ahmet’le biraz daha konuşmak için arabayı iyice kenara çekiyorum.

- Okulu tamamen bıraktın yani...

- Okusam ne olacak ki? Benim öğretmen yirmi yıl okumuş, bin lira kazanıyor. Yaşanır mı o parayla? Hem ben her gün internete giriyorum, o yeter.

- Bilgisayarın da mı var?

- Niye olmasın ki?

- Peki; arkadaşların okula giderken hiç mi üzülmüyorsun?

- Önce üzülüyordum, ama artık sigara paralarını bile ben veriyorum. En zenginleri benim şimdi.

Ahmet işin kolayını bulmuş, yolunu çizmiş; ne söylesem nafile... Vedalaşıp gitmek için hamle ediyorum, suratı asılıyor:

- O kadar çene çaldık, bir beşlik bile atmayacak mısın?

***


Dün 15 milyon öğrenci dersbaşı yaptı...

Şanslı olanlar üniversiteyi kazanıp, öğretmen, doktor, mühendis olacak ve Ahmet’in dediği gibi ayda bin liraya talim edecek. Çoğu da işsizler kervanına katılacak.

Ahmet ise o zamana kadar çoktan altına arabasını çekip, korsana başlamış olacak.

Belki de işleri iyice yoluna girecek ve “filo” kuracak...

Çoğumuz sokakta gördüğümüz o çocuklara acıyoruz ya...

Bence asıl kendi çocuklarımızın geleceği için kaygılanmalıyız!

Kaynak: Gazete Vatan Haber

28 Eylül 2009 Pazartesi

The "Açılım"

Kurt kokenli vatandaslarin uyesi oldugu ilce, koy ve asiret derneklerinin temsilcileri, hukumetin "Acilim" adini verdigi girisimleri vatana ihanet olarak degerlendirdi.

Malatya Gazeteciler Dernegi´nde duzenlenen basin toplantisinda yapilan aciklamaya; Oz Puturgeliler Dernegi Baskani Necati Celebi, Izollu Dernegi Baskani Nacim Ozhan, Parcikanlilar Dernegi Baskani Mehmet Kapusuz, Celikhanlilar Dernegi Baskani Mustafa Celik, Baskilliler Dernegi Baskani Yunus Gorgun, Palulular Dernegi Baskani Suleyman Ates, Alikanlilar Dernegi Baskani Zeynel Kayan, Mamsurlular Dernegi Baskani Bayram Cay ve Karapinar Dernegi Baskani Ziya Gul imza koydular..

Avukat Hanifi Kartal´in kanaat onderleri adina okudugu basin aciklamasinda, DTP´ye vurgu yapilarak, hic bir partinin Kurtlerin temsilcisi olamayacagi belirtilirken, teror orgutu liderinin de Kurtlerin temsilcisi olarak takdim edilmesinin Kurtlere hakaret oldugu ifade edildi.

Bu kuruluslar adina Avukat Hanifi Kartal tarafindan yapilan aciklama soyle:

"Turkmeniyle- Kurduyle, Alevisi- Sunnisiyle, etnik kokeni ve mezhebi ne olursa olsun 70 milyon vatandasimizin ortak sesi olma adina acilim surecine iliskin olarak goruslerimizi asagida maddeler halinde kamu oyuna deklare ediyoruz;

1- Hicbir siyasi parti; Kurtlerin, Turkmenlerin, Sunnilerin, Alevilerin ya da milletin herhangi bir unsurunun temsilcisi olamaz. Hele hele bir teror orgutunun ve liderinin Kurtlerin temsilcisi gibi takdimi en hafif tabiriyle Kurtlere ve butun milletimize hakarettir.

2- Gecmisten beri oy kaygisiyla teror orgutunun palazlanmasina vesile olan, bunlarin yandaslarini meclise tasiyarak siyasallastiran ve yasalari cigneyerek terorist basma ayricalik taniyan ve terorist basini muhatap almak isteyen siyasetcilerde en az dis gucler kadar bu vebale ortaktir.

3- Cenab-i Allah yuce kitabinda (Rum-22) buyuruyor ki: ´Dillerinizin ve renklerinizin farkli olmasi Allah´in ayetlerindendir. Bu ilahi dustur cercevesinde Turkcenin, Ingilizcenin, Arapcanin, Ruscanin veya herhangi bir dilin yasaklanmasina yonelik girisim, Allah´in ayetlerini inkar ile es anlamlidir. Hele hele Turkiye´nin devlet uygulamasi olarak, ortak kultur ve medeniyetimizin unsurlari olan Kurtce yi, Zazaca yi, Cerkezce yi, Azerice yi yada herhangi bir sive veya lehceyi yasaklamasi asla kabul edilemez. Kulturumuzun unsurlarini yasaklamak bir yana bunlari korumak ve gelistirmek devletin gorevi olmalidir.

4- Ancak ortak-milli ana dil bir tanedir ve bu da Turkiye Turkcesinin Istanbul sivesidir. Yani bugunku resmi dilimizdir. Bunun yerine Turkcenin veya Kurtcenin baska bir sivesinin ikame edilmesi dusunulemez.

5- Ayyildizli Albayrak butun milletimizin ortak bayragidir. Bayragimiza saygisizlik bayragin sekillenmesinde emegi gecen Sultan Alparslanlara, Selahattin-i Eyyubilere, Fatihlere, Yavuzlara, Mehmet Akiflere kisaca tum ecdad hatirasina ve milletimizin inanc degerlerine saygisizliktir.

6- Asirlarca Islam cografyasina ve mazlum milletlere kan kusturan hacli bakiyesi ulkeler; tek devlet, tek millet olma yolunda ilerlerken isgal altindaki Musluman halklarin tek umudu olan Turkiye yi bolmeye calismak vatana da Islam alemine de ihanettir.

7- Devlet ile teror orgutu iliskilerinde baris sozcugu kullanilamaz. Zira baris sozcugu mesru gucler arasinda soz konusudur.

8- Teror orgutunu ve yandaslarini muhatap almayan her turlu iyi niyetli girisimin ve acilimin yaninda olacagimiz ve buna katki saglayacagimizi Turk ve dunya kamuoyuna saygiyla arz ederiz."


Ben, Olayim, Olmayayim, Turk Milleti Bakidir.

Vazifenizi Bana Karsi Degil, Millete Karsi Yapacaksiniz.

11.Haziran 1937

MUSTAFA KEMAL ATATURK


www.okder.org.tr

Aktüt'ün Yalan Propogandası

"Doğuda 6 yıldır görev yapmaktayım.

ilk ay onlara acıyorsunuz,

altı ay sonra devletimize ve batıda yaşayan vatandaşlarımıza..."



AKTÜTÜN PROPAGANDASI

Bazı TV kanallarında, terör mağduru olarak adlandırılan aktütün köyü sakinleri ve özellikle ilköğretim çocuklarının okula gidememesi, köyün boşaltılmak istenmesi, kaymakamlık makamından yardım edilmemesi gibi çeşitli propagandalar yapılmaktadır...

YALAN !!!

  1. Bahse konu köyde, basına yansıdığı kadar çocuk bulunmamaktadır,

  2. Devlet tarafından çocuk yardımı yapılmaktadır, bu sebeple bazı aileler 1,5-2 BİN YTL arasında aylık nakit para almaktadırlar,

  3. Köyü terketmek istemeleri tamamiyle YALANDIR. Asıl niyetleri teör bahanesiyle köyü terk edip, aradan birkaç yıl geçtikten sonra, KÖYE DÖNÜŞ YASASI kapsamında aile başına 30-40 hatta 50 BİN YTL yardım almaya çalışmalarıdır. (Örnekleri aynı Şemdinli ilçesinde 2008 yılında yaşanmıştır.)

  4. Sınır kaçakçılığından korkunç miktarlarda rant sağlamaktadırlar. Yerli araba görmeniz biraz imkansızdır.

  5. Anlatılanlar küçük kız çocuklarına basın mensuplarınca ezberlettirilen; duygu sömürüsü amaçlı, tamamen asılsız diktelerdir. Oradaki çocuklara devlet tarafından her türlü yardım yapılmaktadır. İnanın batıda kendi çocuklarınıza böylesine bir destek hiçbir zaman verilmemiştir, verilmemektedir.

  6. SON OLARAK, mayıs 2008 ayındaki AKTÜTÜN Karakoluna yapılan terör baskınında, karakola "köyün içinden" ateş açılmıştır. Devletten aylık 650 YTL maaş alıp hiçbir direniş göstermeyen, aksine saklanan korucularsa işin içindeki dalaverenin alametifarikalarıdır.


BU HAİNLERİN GERÇEK YÜZÜNÜ BİLELİM, DUYURALIM !!!

TERÖR SADECE DAĞDA DEĞİLDİR; ASIL TERÖR, DEVLET DÜŞMANLIĞIDIR...

UNUTMAYIN: YALAN SÖZLERLE EKRANLARDA BOY GÖSTEREN HAİNLERE ACIRSANIZ, SONUNDA ACINACAK DURUMA DÜŞEN SİZ OLURSUNUZ...

Yeni Parti'den AKP Despotizmi üzerine birkaç söz

“Ne olacak bu memleketin hali?” diye soranları Ergenekon çuvalına atıyor.
“Kürt açılımı nedir?” diye soranlara,
“İMF meselesi nedir?” diyenlere,
“Suriye sorunu ne oluyor” sorusuna,
“İran, Hamas, Hizbullah, Lübnan….” Nereye gidiyoruz,
“Suudi Arabistan, tarikat, cemaat…” ilişkileri,
“Dış borçlanma, Afganistan, Irak, Pakistan….” da ne yaptırmak isteniyor bize, deyince,
“Ekonomik kriz, bölgesel farklar, demokrasi…” ne olacak der demez, AKP den bir feveran yükseliyor.
“Ülkenin bu çok önemli sorunlarını ‘Siyasal zemine çekmeyin’”!...

İyi ama siz kimsiniz o zaman?

Askerden daha asker!
Solcudan daha solcu!
Sağcıdan daha sağcı!
En milliyetçi!
En İslamcı!
En kominist!
En AB ci!
En ABD ci!

Ama bir tek siyaseti, toplumun çok seslilik içinde sorunlarının tartışılmasını, çözüm üretilmesini istemiyor. Neden?
Çünkü, siyaset bir demokrasi kültürü. Bu kültürün en temelini zamanı gelince muhalefete gitmek, iktidarı bırakmak oluşturuyor. Şimdi bir AKP’li der ki, bunu siyasi zemine çekmeyin.

Onlar yanıtlamaz ama ben bunun nedenini size söyleyeyim:

İktidardan gitmek istemiyorlar.
Onlar mutlak güçlerini, yarattıkları despotizmi devam ettirmek için seçim sandıklarıyla, ulus ve ülke bütünlüğü ile, ekonomik demokrasiyle ve en önemlisi adalet ve uluslar arası bağımsızlık ve özgürlüğümüzle hoyratça oynuyorlar. Sonra bunlara ilişkin bir soruya da alacağınız yanıt hazır, “ Siyaset yapmayalım.”
Ne yapalım?
AKP en doğrusunu yapıyor, kabul edelim.
Bu yeni siyasetin adı şimdilik, Recep Faşizmidir.
Yarın, yerleşir, kalıcı olur, Recep gider, faşizm kalır.
Bunun için her yurttaş ; geleceğini, ulusunu ve insanlığı korumak için mücadeleye katılmalı, demokrasiyi ve Türkiye’yi savunmalıdır.
Siyaset yaparak ve her şeyi siyasi zeminde değerlendirerek bunu yapmalıyız.
AKP’ye geldiği gibi gideceğini, demokrasinin bu olduğunu anlatmalıyız. Çünkü en geç 2010 Kasımında erken seçim var.

Saygılarımla,

Tuncay ÖZKAN - Yeni Parti Genel Başkanı 24/09/2009
--
TURKEY DEĞİL,TÜRKİYE !

Taviz açılımı

Bakan haklı, Türkiye dünyanın düzenini tek başına sağlıyor!

Son günlerde arka arkaya gündeme gelen “açılımlar”a uzaktan bakınca acı bir gerçekle karşılaşıyorsunuz:

İsteyenler farklı...

İstekler farklı...

İstenilen ise hep Türk devleti!

***


Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun tekrar eğitime açılmasını Avrupa Birliği aracılığıyla Yunanistan istiyor!

Limanlarımızın Kıbrıs bandıralı gemilere açılmasını yine Avrupa Birliği aracılığıyla Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan istiyor!

Kıbrıs’taki askerlerimizin çekilmesini, Rum Yönetimi, Yunanistan, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’nin feshedilmesini aynı dörtlü istiyor!

Fener’deki patrikhaneye “ekümenik” unvanının verilmesini Yunanistan, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Kerkük ve Musul’un yeniden yapılandırılması sürecine karışmamamızı, Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve ABD istiyor!

Yıllardır on binlerce cinayet işleyen, ülkemizin güneydoğusunu kan gölüne döndüren terör örgütü üyelerinin affedilmesini Kuzey Irak, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Kürtçe konuşulan bölgemizde “federasyon” kurulmasını Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Anayasamızın değiştirilemez maddelerinin değiştirilmesini Rumlar, Ermeniler, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Anayasamızdaki laiklik tanımının değiştirilmesini, şeriatla yönetilen ülkeler ve onların Türkiye’de örgütledikleri tarikatlar istiyor!

“Laik Türkiye” yerine, “Ilımlı İslam’la yönetilen Türkiye” olmamızı, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Azerbaycan topraklarını işgal ettiği için kapattığımız sınır kapısının açılmasını, Ermenistan istiyor!

Yüz yıl önce bir “soykırım” yaptığımızı kabul etmemizi, Ermeniler, Avrupa Birliği ve ABD istiyor!

Doğu Anadolu Bölgesi’nin önemli bir bölümünün Ermenistan devletine verilmesini, Ermeni Diasporası istiyor!

Ve bunların bir bölümü bugün “açılım” adı altında önümüze konuluyor...

Diğerleri ise “sıranın kendilerine gelmesini” bekliyor!

***


Peki; biz ne istiyoruz?

Sadece ve sadece... Avrupa Birliği üyesi olmayı!

En azından yurt dışına çıkışlarımızda işkence haline getirilen vize uygulamasının kaldırılmasını!

Bunun için tam 48 yıldır bekliyoruz.

Ama bir arpa boyu yol gidemedik!

Kendi mahkemelerinin, Türk vatandaşlarına tanıdıkları vizesiz dolaşım hakkını bile uygulatamadık!

***


“Açılım”larda “veren” taraf hep biziz.

Çünkü dış politikada sadece “savunma” yapıyoruz.

Bir türlü “hücum”a çıkamıyoruz.

Kimsenin önüne bir “istek paketi” de biz koyamıyoruz.

Böyle olunca da gol üstüne gol yiyoruz!

***


Hani; Dışişleri Bakanı, “Türkiye bölgesinde düzen kurma gücüne kavuştu” diyor ya...

Doğru... Düzeni hep biz kuruyoruz...

Çünkü; ne isterlerse veriyoruz...

Biliyoruz ki; vermesek “düzen” bozulacak!

***


GÜNÜN SÖZÜ

Bazı milletvekilleri “namus ve şerefleri” üzerine ettikleri yemine uymamayı alışkanlık haline getirdi. Kimse de hesap sormuyor, soramıyor...

Meclis; yeni yasama döneminde ilk iş olarak “milletvekili yeminini kaldırmayı” düşünür mü?


***



DTP, ‘1 milyon’da neden çuvalladı?

DTP önceki gün Diyarbakır’da düzenlediği mitinge 1 milyon kişiyi toplamayı hedefliyordu...

Bursa’dan, İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan, Adana’dan, Mersin’den otobüsler kaldırıldı; ama yine de katılımcı sayısı 80-90 binde kaldı!

Oysa bu parti son seçimlerde 2 milyon 214 bin seçmenden oy almıştı...

Bunun 1.5 milyondan fazlası da Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da yaşıyordu...

Oy kullanamayan çok sayıda çocuğun da miting alanına geleceği düşünüldüğünde, DTP’nin “1 milyon kişi toplama” hedefi hayal değildi...

Ama olmadı!

Dün bunun nedenini doğma büyüme Diyarbakırlı olan ve halen bu kentimizde yaşayan bir arkadaşıma sordum:

Yanıtı kısa oldu:

“Halk Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılmayı istemiyor. Oysa DTP, seçimlerden bu yana ayrılık siyaseti yapıyor.”

***


Umarım DTP, kendi seçmeninin verdiği mesajı anlar!

Mustafa Mutlu @ Gazete Vatan

25 Eylül 2009 Cuma

Doğu ile Batı arasındaki Temel Fark


DOGU - BATI FARKI (Semih Poroy'dan harika bir karikatür)

Türk Olmak İşte Budur

Kökenlerimizi hatırlayıp, bu büyük ırka layık olabilsek, keşke!

23 Eylül 2009 Çarşamba

Türkler Gibi Eğlenmek

Almanya’dan gazeteci bir dostum aradı. Bir meslektaşımızın Ankara’ya geleceğini ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir makale yazacağını söyledi. Gelecek arkadaş Türkiye’nin katılımına sıcak bakıyormuş. Benim adımı, telefonumu vermiş, yardımcı olmamı istiyormuş. Kabûl ettim. Neticede bir yerde memlekete hizmet durumu.

Ertesi gün aradı, buluştuk. Bir yerde oturduk bir-iki fincan çay içtik. Nereye gitmek istediğini sordum. “Kocatepe Camii” dedi. “Niye”, diye sordum. “Sen Müslüman mısın?”. Değilmiş, ama merak ediyormuş. Neyse gittik. Bana kubbenin çapından, avizenin ağırlığını, toplam kapalı alanın metrekaresinden, avlunun kapasitesine kadar sorular sordu. Önce soruyu soruyordu, ondan sonra cevâbını veriyordu.

Sonra akşam oldu. “Türkler gibi eğlenmek istiyorum” dedi. “Siz nasıl eğleniyorsanız, bir akşamı nasıl geçiriyorsanız, tam öyle”. “Yahu yapma” dedim, “bünyen kaldırmaz” dedim, dinletemedim. Eh, artık keyfi bilir. O yıllarda Ankara’ da benim en sık uğradığım mekânların başında Sembol Tanju’nun Neyzen’i vardı. Beraber Neyzen’e gittik.

Önce dekorasyondan büyülendi. Hatta not defterini çıkardı, ufak tefek eskizlerini çizdi. Derken ney taksim başladı. Çok şaşırdı; “Bu dini bir enstrüman değil mi? Dini müzik çalıyor. Burası dindarların devâm ettiği bir lokanta mı” diye sordu. “Boşver” dedim, “takıl”.

Neyden sonra ise –Neyzen’de adet olduğu üzre- aryalar okunmaya başlandı. Misafirim biraz daha şaşırdı. “Sizde” dedi, “dinî müzik dinleyen, opera da dinliyor mu?”. “Sizde dinlemez mi” diye sordum, aklı karıştı. Bu arada hayret içinde masaya yığılmaya başlayan mezelere, masalardan masalara yapılan rakı-meze ikramlarına bakıyordu. “Burada herkes birbirini tanır mı”diye sordu, “yoo, yahu boşver, sen takılmana bak” dedim.

Aryalar bittiğinde ise sıra popüler şarkılara geldi. Benden sözlerini çevirmemi istedi. Bir-iki şarkı sonra not defteri yeniden çıktı ve deli gibi not tutmaya ve soru sormaya başladı.Alevi türküsü okununca, “burası Alevilerin yeri mi?”, Dokuz sekiz çalınca, “buraya Çingeneler mi geliyor”, Ege türküsü okununca “buradakiler efeleri neden destekliyor?” diye sorular sordu durdu. Arada bir de “bu müziklerden birini dinleyen ötekileri de dinliyor mu” diye sordu, daha da neler neler;

-Şu Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar

- Buraya Urfalılar mı geliyor?

- Hayır.


- Lörke, lörke, lülülülü

- Burası Kürtlerin mi?

- Hayır

Bunlara anlam vermeye çalışırken, önce “Çiao Bella” sonra da “Venseremos” çalınca birden ciddileşti.

-Bana istediğini söyle, ama ben bunun Şili Komünist Partisi marşı olduğunu biliyorum.

-Doğru, öyle zâten.

-Burası Komünistlerin mi?

-Şöyle bir çevrene bak, öyle mi görünüyor?

-…

Hayatında peçetenin sadece ağız silmek için olduğunu zanneden ve çatal-kaşık ile tabağa vurarak hiç bateri çalmamış bu arkadaş, sandalyelere çıkanlardan da önce biraz korktu. Sonra onun da içi gitti, fark ettim, ama bir şey söylemedim.

Mezeler bitip, balıklar geldiğinde ise fena afalladı. Önce “biz yemek yedik ya” dedi, sonra “ama ben doydum” dedi, fakat ben “madem Türk gibi eğleneceksin, bunu da yemelisin” deyince, pek itiraz edemedi. Bu arada ben de şarkıları türküleri çevirmeye devâm ediyordum. Ben çeviriyordum, o dehşet içinde bana bakıyordu, sonra bir soru soruyordu, ben de cevâp vermeye çalışıyordum;

-Yaslan dağın yamacına Halil İbrahim.

-İbrahim kim? Meşhur birisi mi?

-Ben ne bileyim.

-Herkes alkışlıyor, onlar mı tanıyor?

-Bilmem. Yahu, güzel bir türkü işte, takılmaya bak.


-Düşman galip geldi haklayamadım, döküldü cephanelerim toplayamadım.

-Bu, kahramanlık türküsü mü?

-Hayır, eşkıya türküsü.

-Bu eşkiyalar politik mi?

-Yok be, bayağı eşkiya. Bizde eşkiyaya türkü yakarlar.

-Peki şu kızla adam niye romantik romantik dansediyor.

-Şarkı güzel.

-Ben bunu anlamıyorum. Yani aşk, düşman, cephane?

-Boş ver işte, takıl.


-Vur hançeri kadınım ben öleyim.

-Neden kadınının onu bıçaklamasını istiyor?

-Çok seviyor.

-Seviyorsa evlensinler.

-Evlenemezler.

-Niye?

-Dedim ya, birbirini çok seviyorlar.


-Kanım aksın ki, terk etmem seni.

-Neden kanı akıyor, kaza mı geçirmiş?

-Yok canım. Yani o kadar çok seviyor. Seni terk edersem öleyim diyor.

-Biraz garip.

-Yahu boşver, sen takıl.


Bir-iki şarkı daha dinledi. Sonra patladı;


-Yahu sizde bütün şarkılar aşk ve ölümle ilgili.

-Evet, ne olmuş. Hayat da öyle. Başka ne var ki?

-Doğru aslında. Ama biraz garip değil mi?

-Ne yapacaktık, çayıra çimene şarkı mı yazacaktık? Biz bu kadarını yapabiliyoruz.

-Yanlış anlama. Hepsinin de sözleri çok güzel.

-Sorun ne?

-Bilemiyorum.

Bütün masalar ağzı kulaklarında hoplaya-zıplaya “sürünüyorum” diye göbek atarken, yüzünü görmeliydiniz. Sonra Çile Bülbülüm çalınca, bu defa komaya girdi.

- Bu şarkıda Allah diyorsunuz.

- Evet, deriz.

- Ama Allah deyip rakı içiyorsunuz.

- Ne olmuş, içeriz.

- Yanılıyorsam, lütfen düzelt. İslâm’da alkol günahtır.

- Doğru.

- O zaman neden yapıyorsunuz?

- Güzel oluyor. Sana bir sır vereyim mi? Bugün müzede gördüğün heykeller varya, dün burada onlar içiyordu. Allah deyip, rakı içtikleri için taş oldular. Garsonlar onları gizlice müzeye taşıdı.

- …

- Yahu şaka, gevşe biraz. Sen takılmana bak.

10. Yıl marşı başlayıp, bütün masalar tempo tutunca ise manası Türkçe’de aşağı-yukarı “oha” olan bir lâf etti. En çok da Onuncu Yıl Marşı eşliğinde tren yapılmasını yadırgadı. Önce kısık bir sesle “burası emekli subayların lokantası mı” diye sordu. Nasıl baktıysam, “boşver” dedi, “takılalım”.

Bir de bir Arap bir de Yunan şarkısı çalınca tümden aklı karıştı.

-Siz Yunanları seviyor musunuz?

-Arada bir.

-Ama Yunan şarkısı dinliyorsunuz?

-Arada bir işte.

-O demin söylenen Arapça şarkı ne diyor?

-Ne bileyim ben.

-Yunanca şarkının sözleri ne?

-Yahu nereden bileyim?

-O zaman neden dinliyorsunuz?

-Güzel oluyor. İlla anlamak mı lâzım.

- …

Bir Azerî türküsünü de tercüme edince, “buradaki herkes Azerice biliyor öyle mi?” diye sordu, ama artık ben de de cevâp verecek takat kalmamıştı.

Onun bu kültür şoku üç-dört saat sürdü. Sonra kalkmak istedi, yorulmuştu. “Yahu olur mu” dedim, “daha çorba içeceğiz”. Bana çok garip baktı, “ama yemek yemiştik. Yemekten sonra da balık yemiştik. Rakının üzerine nedense bira da içtik. Üstelik o kadar yemeğin üzerine sıcak helva da yedik, sonra bir de meyve yedik. Onun da üzerine kuru yemiş yedik. Kahve de içtik”…

“Olmaz”, dedim. “Şimdi de çorba içeceğiz. Devâmında da dürüm yiyeceğiz. Türkler gibi eğlenmek istemiyor muydun?” Boynunu büktü. Bir şey söylemedi. Oradan bir dürümcüye gittik. Mercimek çorbası, birer porsiyon soslu-soğanlı dürüm. Ben “keşke başka çorba içseydik” deyip, keyifle, şırdan tuzlama, paça ve işkembeyi anlatmaya başladım, ama yüzünü ekşiterek eliyle “ne olur sus” gibisinden bir hareket yaptı. Onu pek anlamadım.

Yolda bana baktı, baktı sonra; “biliyor musun?” dedi, “biz Almanlar da aslında eğleniriz”…

“Ne yaparsınız” diye sordum, “uzun masalarda yan yana oturup, bira içerek, sallandığınızı biliyorum. Bir de bizde ilkokulda deve-cüce diye bir oyun vardır. Galiba onu da oynuyorsunuz” dedim. O bir şey demedi…

Biraz sonra “biraz fark olacak tabii, siz Akdeniz milletisiniz” dedi. Ben de “tam değil” dedim. “Aslında aynı zamanda Kafkasyalı, Orta Asyalı, Orta Doğulu, Avrupalı, Balkanlı ve Egeli, Karadenizli’yiz” dedim.

“Haydi” dedim. Sevinçle “otele mi gidiyoruz” dedi. “Yoo” dedim, “Gölbaşına. Orada göl var. Şimdi yola çıkarsak, şafak sökerken orada oluruz. Güneş doğarken rakı içeceğiz”. Bana garip garip baktı, “ondan sonra otele dönebilir miyim” diye sordu.

Kahvaltı saatinde oteline bıraktım. Öğleyin yeniden buluştuk. Ne kahvaltıda ne de öğle yemeğinde hiçbir şey yememiş. Sadece soda içmiş. “Keşke kahvaltıda benim bildiğim bir yer var, oraya gitseydik. Sucuklu yumurta yerdik” diyecektim, vazgeçtim. “Sakın Türkleri AB’ye sokmayın” diye bir yazı yazmış. Çok şaşırdım, “bana senin Türkiye’nin AB’ye girmesini istediğini söylemişlerdi” dedim. “Öyleydi” dedi, “ama o zaman daha Türkiye’ye gelmemiştim” dedi. “Türkiye’yi sevmedin mi” diye sordum.

“Bayıldım” dedi, “harika bir ülke” dedi, “ama AB’ye girerseniz, hem siz bozulursunuz hem de biz bozuluruz” dedi. Çünkü biz zâten dominan kültürmüşüz. AB’ye girersek, on sene sonra Fransızlar, Almanlar “sürünüyorum” diye göbek atmaya, yeni nesil “kadınım bıçakla beni, seni çok seviyorum” diye ilân-ı aşk etmeye başlarmış.

“Şu Ren’in suyu akar delidir oy, oy, oy” gibi, “yaslan dağın yamacına Hans Peter’im” gibi, “Münih’in etrafı dumanlı dağlar” gibi filân işte…

Ayrıca bütün Avrupa obez olurmuş. Kimse de sabah işe zamanında yetişemezmiş.“Biz nasıl bozuluruz” diye sordum, “size” dedi, AB’de bunların yarısını yaptırmazlar” dedi.

Aman neyse boşverin, biz takılalım… O da artık takılıyor zâten.

Fethullah Gülen'in 35 yıldır CIA'den Maaş aldığı belgelendi

CIA'nın Uçan Süpürgesi


Said-i Nursi müritliğiyle, Erzurum'dan yola çıkan gezici vaiz Fethullah Gülen'i, New York-Vatikan-Kudüs'e uçuran süpürgenin bir CIA imalatı olduğunu saptıyoruz.

Said-i Nursi, Yüzyılın başında İngiliz emperyalizminin İslam coğrafyasında egemenlik kurmak için kurduğu Nakşibendî tarikatının bir şeyhiydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışında işgalci güçlerle işbirliği nedeniyle mahkûm oldu, Atatürk döneminde yasaklıydı ama Türkiye NATO'ya girdikten sonra Nur tarikatını kurdu.

ABD yönetimi, NATO vasıtasıyla, üye ülkelerde ve çevre ülkelerde "komünizmle mücadele" adı altında doğrudan kendisinin hükmettiği paralel örgütler kurdu. 1991 yılında İtalya'da bütün NATO üyesi ülkelerde kurulduğu açığa çıkan örgüte Gladyo adı verildi. Oysa kendi kaynaklarında bu örgütlere "SüperNATO" adı veriliyor. Türkiye'deki SüperNATO örgütlenmesi, istihbarat örgütleri içinden doğdu, sonra Türkiye'nin bütün yönetimine egemen hale getirildi. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'deki Amerikancı askeri darbeleri Türkiye'deki SüperNATO örgütü yaptı ve iktidara geldi. Türkiye'deki parlamenter yapı da tamamen SüperNATO'nun güdümüne girdi.

Fethullah SüperNATO'nun Çocuğu


Fethullah Gülen, bugün dört kıtada faaliyet yürüten şeriatçı örgütünün temelini, SüperNATO'nun ilk sivil örgütlenmelerinden olan Komünizmle Mücadele Derneği sayesinde atıyor. İlk şubesini 1954'te İzmir'de açan bu dernek, Türkiye'de şeriatçı sağcı militanların eğitim üssü. Gülen, Komünizmle Mücadele Derneği'nin ikinci şubesini de memleketi Erzurum'da açtırdığını Küçük Dünyam isimli kitapta övünerek açıklıyor.

"Ve yine bu devreye ait bir teşebbüs de Erzurum'da Komünizmle Mücadele Derneği'ni açma teşebbüsümüz oldu. O güne kadar sadece İzmir'de vardı. İkincisi Erzurum'da bizim gayretlerimizle açıldı. Bir arkadaşı İzmir'e gönderip tüzük getirttik. Derneği kuracaktık. Ben bir vaazdan sonra anons ettim ve gençleri Caferiye Camii önünde topladık. Gayemiz komünizme karşı örgütlenmekti." (Latif Erdoğan, Küçük Dünyam, AD Yayınları, İstanbul, 1995, s.78.)

Gülen, örgütünün inşasına Nurcu kamplarıyla başladı. Burada sahip olduğu en önemli araç, İzmir Kestanepazarı'nda kurduğu "İmam Hatip ve İlahiyat'a Öğrenci Yetiştirme Derneği"ydi. O sırada, Komünizmle Mücadele Dernekleri'nden yetişenler de "komando kamplarını" kuruyordu. İlginç olan, her iki kampın da aynı mekânlarda düzenlenmesidir. Eğitmenleri de aynıdır; ABD'nin Türkiye'nin NATO üyeliği için koşul olarak kurdurduğu, parasını verdiği, eğitici yolladığı Gladyo. Şeriatçı Nur şakirtlerinin de, faşist ideolojiyi takip eden "Komandolar"ın da efendileri aynıdır: SüperNATO.

Belletmen olduğu Kestanepazarı yurdunda, gündüz yaramazlık yapanları akşam falakaya çeken Gülen'in bugün hükmettiği güç, Genelkurmay Başkanlığı tarafından 1998 başında hazırlanan bir raporda şöyle sıralanmaktadır:

"Yurtiçinde, 85 vakıf, 18 dernek, 89 özel okul, 207 şirket, 373 dershane, yaklaşık 500 öğrenci yurdu ve biri İngilizce yayımlanan 14 dergi, 15 ülkede yayımlanan 300 bin tirajlı Zaman gazetesi, ulusal düzeyde yayın yapan iki radyo ve uluslararası yayın yapan Samanyolu televizyonu; yurtdışında, 6 üniversite ve yüksekokul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu ve 21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kuruluşu" bulunmaktadır. (Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan Bilgi Notu, s.4 ve 5.)

Amerikancı Liderler Sayesinde Fethullah Gülen'in ABD ile kurduğu köprü hep işlektir. Gülen, yükselişindeki büyük basamakları Amerikancı liderlere borçludur. Örgütün kuruluşuna harç koyan, 1960'lı yıllarda dönemin uzun süre başbakanlık yapan Süleyman Demirel'dir.

Gülen, uluslararası ölçekte faaliyetini, ABD'nin Türkiye'de en güçlü olduğu yılda, 1980'de başlatmıştır. Devletin içindeki kaynakları o kadar sağlamdır ki, askeri müdahale yapıldığı 12 Eylül'den bir gün sonra 13 Eylül 1980'de,hakkındaki operasyon emrini öğrenip kaçabilmiştir.

12 Eylül yönetimi, bir yandan aranıyor iken onu Çanakkale Merkez Vaizliği'ne atamıştır.

12 Eylül döneminde örgütlenme faaliyetleri katlanarak devam etmiştir. Gülen örgütüne sıçramayı yaptıran, 1986'da yakalanmışken onu İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı kuvvetlerinin elinden alan dönemin başbakanı Turgut Özal'dır. Gülen, en büyük gelişmeyi, ABD vatandaşlığı ve CIA görevliliği Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce soruşturulan Tansu Çiller'in başbakan olduğu 1993-1997 yılları arasında yaptı.

Gülen, Çiller iktidarında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin terfi ve tayinlerine bile müdahale edecek güce ulaşmıştı. Fethullah Gülen, bir orgeneralin kuvvet komutanı olarak atanmaması için hangi girişimlerde bulunduğunu bizzat kendisi 10 Ekim 1995'te basın toplantısında açıklamıştı.

Reagan'ın Demokrasi Projesi ve Ulusal Demokrasi Vakfı


Fethullah Gülen örgütünün sıçrama yapmasıyla, ABD'nin dünyadaki etkinliğinin artması arasında bir paralellik bulunuyor. Gülen örgütü, ABD'de Reagan iktidarında, Sovyetler'i çözmek amacıyla yürütülen ve 1981'de resmileşen "Demokrasi" projesinin bir ürünü olarak serpiliyor. Demokrasi projesi, 1970'li yıllarda, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin belirlediği Yeşil Kuşak politikasının bir üst aşamaya çıkarılmış hali. ABD'nin Çelik Çekirdeği, bir yandan en katı Amerikancı askeri diktatörlükleri ayakta tutarken, bir yandan da örgütlediği CIA muhalefetine "insan hakları ve demokrasi" ihracı görevi veriyordu. "İnsan hakları"ndan kasıt, tabii ki etnik, dinsel ve kültürel haklardı. Dünyanın her yanını saran din ve mezhep savaşları, mikro milliyetçiliğin kışkırtılmasıyla milyonların canına mal olan milli boğazlaşmalar, bu projenin eseridir. Bu projeyi yürütmek için bir de örgüt kuruldu. National Endowment for Democracy. Yani Demokrasi Vakfı. Kısa adıyla NED diye anılan vakfın, CIA'dan daha etkin bir örgüt olduğu Newsweek dergisi tarafından teslim ediliyor.

ABD'nin "Project Democracy" si İslam ülkelerinde "ılımlı İslam"ın geliştirilmesi olarak piyasaya sürüldü. Ilımlı İslam ideolojisiyle, hem "dinler arası diyalog" için zemin oluşturuluyordu, hem de ABD'nin laiklik zemininde yükselen ulusal devletleri tahrip etmesinin aracı olarak işlev görüyordu. Ilımlı sözcüğü, İslam fundemantalizminde bir ılımlılık değildi. Şeriatın koyu iktidarı için mücadele eden Ilımlı İslamcı örgütler, ABD yönetimine ve politikalarına karşı "ılımlı" olmalıydı.

Pentagon tarafından İslam coğrafyasında "ılımlı İslam" hareketinin önderi olarak sayılan Gülen, kendi cemaatine ait Zaman gazetesinin 4 Eylül 1997 tarihli sayısında yayımlanan açıklamalarında, Batı ile
ilişkiler hakkında şu değerlendirmeleri yaptı:

"İnanmış bir insanın Batı karşısında, Batı'yla entegrasyon karşısında, Amerika'yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez."
(Zaman gazetesi, 4 Eylül 1997)


Gladyo'nun Rolü


Gülen örgütü, 12 Eylül Amerikancı askeri darbesinin "Türk İslam sentezi"ni resmi kültür politikası olarak benimsediği, tarikatların "sivil toplum örgütü" olarak kutsandığı, yeşil sermayenin önünün dizginsiz açıldığı koşullarda gelişti.

Gülen örgütünün gelişmesi, sadece bu iklimin dolaysız sonucu değil. Devlet içinde örgütlenen Amerikancı paralel devletin doğrudan bir müdahalesi var. Gülen'in Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nca yakalanmasına karşın aynı gün serbest bırakılmasıyla, cezaevindeki ülkücü gençlerin gruplar halinde Fethullah Gülen örgütüne intisap etmeleri aynı döneme rastlıyor. Gülen'in, Gladyo'nun tetikçileri Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı'larla ilişkisi de 1980'li yılların sonunda örülüyor. 1980 öncesinde MHP'ye bağlı Ülkü Ocakları Derneği'nin Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Çatlı'nın 1996 yılında Türkiye'de büyük yankılara yol açan bir trafik kazasında üst düzey bir emniyet mensubuyla birlikte ölmesiyle, Özel Harp Dairesi'nin yetiştirdiği Gladyo tetikçilerini kamuoyu önüne çıkarmıştı.

Gülen, bu yıllarda cezaevinde mağdur durumdaki sahipsiz ülkücülere büyük maddi yardımlarda bulunuyor. Komünizmle Mücadele Derneği'yle Fethullah Gülen'in ikinci kucaklaşması bu döneme denk düşüyor. MHP'nin ikiye bölünmesi, Muhsin Yazıcıoğlu'nun Büyük Birlik Partisi'ni kurmasında da Fethullah Gülen'in belirleyici rolü saptanıyor.

Büyük Birlik Partisi'nin militanları 1990 sonrasındaki bütün uluslararası etnik terör eylemlerinde rol alıyor: Bosna'da, Çeçenistan'da, Gürcistan'da, Azerbaycan'da, Keşmir'de ve Sincian'daki şeriatçı terör militanlarının kaynağı Büyük Birlik Partisi oluyor.

Moon Tarikatı ve Fethullah Gülen Fethullah Gülen'in CIA ile ilişkilerini sürdürmede en önemli örtülerinden biri, Dinlerarası Diyalog oldu. Bu örtü de bir ABD imalatı. 1950'lerden itibaren dünyanın efendiliğine soyunan ABD, kıtalararası imparatorluğunu sürdürmek için, her kıtasal din içinde kendisine bağlı bir tarikat örgütledi. Bu tarikatların hepsinin söylemi aynı: Dinlerarası diyalog.

CIA denetiminde yürütülen bu faaliyetin ilk başarılı örneği Moon tarikatı. 1951'de Kore'yi işgal eden ABD, Güney Kore'yi sömürgeleştirirken bir de Hıristiyan tarikatı kurdu. Ve Güney Kore nüfusunun yüzde 40'ı, Budistlikten vazgeçip Hıristiyan oldu. Bu başarıdaki en önemli pay, bilinen adıyla Moon tarikatının. Resmi adıyla anarsak; Birleştirme Kilisesi.

CIA'nın kurduğu Kore CIA'nın Washington temsilcisi Albay Bo Hi Pak da, Moon tarikatının en güçlü ismi. CIA, Moon tarikatını kullanarak Dünya Anti Komünist Ligi'ni örgütledi. Türkiye'de kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri de, Dünya Anti Komünist Ligi'nin uzantıları. Moon tarikatı, 1978'de, ABD'de bir Kongre soruşturmasına uğradıysa da etkisini yitirmedi. Reagan döneminde Irangate skandalında boy gösterdiğini görüyoruz. George W. Bush iktidarında Moon tarikatının sahibi olduğu Washington Timas gazetesi, neoconservatism ve ABD saldırganlığının başlıca araçlarından biri oldu. Fethullah Gülen'in Türkiye'de yayınlanan Zaman gazetesi ile Washington Times arasında sıkı işbirliği artarak sürüyor.

İsrail ile İlişkinin Ayırt Ediciliği


Moon tarikatının, Latin Amerika'daki askeri diktatörlüklerle, İsrail üzerinden kurduğu uyuşturucu ve terör bağı dikkat çekici. Fethullah Gülen'in İsrail ile yakın ilişkisi de onun en ayırt edici özelliği. Körfez Savaşı'nda, Irak yönetiminin İsrail'e attığı Scud füzesi üzerine İstanbul'da verdiği vaaz ve döktüğü göz yaşları ve ettiği bedduaların kaseti, İslamcılar tarafından elden ele dolaştırılıyor. İsrail ile ilişki, ABD açısından kilit öneme sahip. Graham Fuller'in İslamcı hareketi konu alan Kuşatılanlar kitabında, İslamcı hareketlerin Batı ile entegrasyon için yapması gerekenlerin başında İsrail ile iyi ilişki geliyor. (G. Fuller, I. O. Lesser, Kuşatılanlar, Sabah Kitapları, İstanbul, 1996, s.126.)

Gülen'in İslamcı kitleleri kendisinden soğutma tehlikesine karşın, Kudüs Başhahamı ile yakın ilişkisi ve Fethullahçıların işadamları derneği İŞHAD'ın İsrail'le bağları, bu politikanın gereği olarak kuruluyor.

"Abramowitz'le Beni Kasım Gülek Tanıştırdı" Moon tarikatı ile Fethullah Örgütü arasındaki bağ, hedef
benzerliğinden ibaret değil. Organik ilişki var. Moon tarikatının Türkiye halifesi, Cumhuriyet Halk Partisi eski Genel Sekreterlerinden Kasım Gülek ile Fethullah Gülen'in dostluğu artık saklanmıyor Gülen'in reklamını değişik yayın organlarında yapan yazar Hulusi Turgut, 21 Ocak 1998 tarihli Yeni Yüzyıl'da bu ilişkiyi şöyle anlatıyor:

"Kasım Gülek, Fethullah Gülen'le çok iyi dostluk ilişkileri içinde bulundu. Gülen, Kasım Gülek'le sık sık görüşürdü. Vefatı üzerine bu eski dostunun cenaze namazını kıldırmıştı. Fethullah Gülen'e sorduk:
'Amerika, sizlerle ilgili referansı merhum Kasım Gülek'ten mi aldı?' Gülen bu konuda şunları söyledi: 'Kasım Gülek beyin baldızı Amerika'daydı. Yani Pentagon'la irtibatları vardı. Eğer kendisine değişik patformlardan, Beyaz Saray'dan sormuşlarsa 'Bunlar nedir?' diye, o da 'Endişe edilecek bir şey yoktur' demiştir, referans vermiştir." (5 Yeni Yüzyıl gazetesi, 21 Ocak 1998)

Gülen, 1 Eylül 1997 tarihli Zaman gazetesinde bu ilişkiyi şöyle açıklıyor: "ABD'de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz'di. O, Türkiye'de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk… Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray'a kadar, Kongre'ye kadar, Pentagon'a kadar götürülmeli dedim." (Zaman gazetesi, 1 Eylül 1997)

Gülen, 1992 yılında ABD'ye gittiğinde, Kasım Gülek'in, Pentagon'da albay olarak görev yapan, sonra şüpheli bir şekilde ölen baldızı aracılığıyla Pentagon ve CIA yönetimi ile ilişkiye geçtiğini de anlatıyor.
Moon tarikatı ile Fethullah Gülen'i birleştiren bir diğer isim; Galdoy'nun tetikçisi Abdullah Çatlı. Çatlı, 1981 yılında Dünya Anti Komünist Ligi'nin toplantısına katılıyor. 1992'de Gülen'i ABD'de havaalanında karşılayan da Abdullah Çatlı.


Falun-Gong, Scientology, Moon ve Gülen Birlikteliği Hızla yayılan ve büyük mali olanaklara sahip CIA bağlantılı bir başka tarikat da, Scientology adını taşıyor. Scientology'nin, gerek ABD'de gerek Avrupa'da en sıkı ilişki içinde olduğu güç, Fethullah Gülen örgütü. Scientology, aynı zamanda Moon tarikatı ile çok sıkı ilişki içinde. CIA'nın denetimindeki bir diğer tarikat da Çin'de faaliyet yürütüyor: Falun-Gong.

Her dört tarikatın da teorisi, dini yorumlayışları, çalışma tarzları ve hedefleri arasında olağanüstü uyum var. Kuşkusuz bunun nedeni, komuta merkezinin aynı olması.Hepsi, CIA'nın örtülü faaliyetleri için kullanılıyor ve yönlendiriliyor.

Hıristiyan Misyonerlerinin Yolunu İzledi


Türkiye'de diğer tarikatlar Kur'an kursu ve imam hatip liseleri gibi doğrudan dini eğitim kurumlarına önem verirken, Fethullah Gülen cemaati, Turgut Özal döneminde, yurtiçinde özel Anadolu liseleri ve kolejler açmaya başladı. Fethullah Gülen, bu okullarda, Hristiyan misyonerlerinin taktiğini izleyerek, temel bilimler alanında eğitime ağırlık verdi.

Osmanlı İmparatorluğu'nda örgütlenmek isteyen Hıristiyan Misyonerleri de, once teoloji alanında eğitim veren okullar kurmak istemiş, başarılı olamayınca, temel bilimler alanında eğitim veren kolejler kurmuştu. 1915 yılında Osmanlı coğrafyasında, Hıristiyan Misyonerleri'nin Amerika'daki en büyük örgütü American Board'a bağlı 600'den fazla okulu vardı. Amerikan kolejleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasında çok önemli roller oynadı.

Atatürk, Cumhuriyet'le birlikte bu okulları kapattı. Türkiye, NATO'ya girdikten sonra bu okullar yeniden açıldı.

Misyoner kolejlerinde Hıristiyanlık eğitimi gizli yapılıyordu. Fethullah okullarında tarikat eğitimi ise yurtlarda ve öğrencilerin barındırıldığı "Işık evi" denen apartman dairelerinde yapılıyor. Üniversiteye girmenin çok zor hale getirildiği Türkiye'de Fethullah Gülen'in kurduğu okullarda, devlet okullarından daha iyi eğitim veriliyor, bu nedenle aileler çocuklarını getirip Fethullah'a teslim ediyorlar. Ancak bu liselerden yetişen çocukların tamama yakını, Türkiye Cumhuriyeti'ne, Atatürk'e düşman hale getiriliyor, ABD hayranı yapılıyor.

Uluslararası Okullar Nasıl Kuruldu?


Sovyetler Birliği'nin çözülmesi üzerine Gülen örgütü uluslar arası okullar atağına geçti. Gülen'in öncelik verdiği ülkeler de dikkat çekici: Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar. 1992'den itibaren, öncelikle Orta Asya Türk cumhuriyetleri olmak üzere Kafkas ve Balkan cumhuriyetlerinde, "Fethullahçı" diye bilinen vakıf ve şirketler, art arda kolejler açtılar.

Ardından Asya ve Afrika ülkeleri geldi.Şu anda 5 kıtada, 52 değişik ülkede 21 öğrenci yurdu, 6 üniversiteye hazırlık kursu, 257 lise, 21 dil okulu ve 6 üniversiteleri bulunuyor. Okullar için bir yılda harcanan paranın toplamı, Gülen tarafından 1 milyar 205 milyon dolar olarak belirtiliyor. ABD'nin Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliği'ni içeriden çökertmek için örgütlediği ve büyük olanaklarla yürüttüğü "CIA muhalefeti"nin, Gülen örgütünün önünü açtığını saptıyoruz. Sovyet blokuna karşı yürütülen psikolojik savaşın en önemli aygıtı Hür Avrupa Radyosu, Fethullah Gülen'i bültenlerinin baş konusu yapıyor. Amerika'nın Sesi radyosunun değişik lehçelerdeki Türkçe yayınlarında, Gülen ve misyonu döne döne övülüyor. Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde açılan Amerikan kolejleri kime hizmet ettiyse, Gülen'in okulları da aynı hizmeti görüyor. Bu okullar hep CIA'nın ilgi duyduğu ülkelerde açılıyor. Okullara ABD'deki Yahudi lobisinin de ilgi duyduğuna dikkat çekiliyor.

CIA'nın İlgi Alanlarında


Okulların ülkelere dağılımı şöyle oldu: Kazakistan (28), Rusya Federasyonu'na ait çeşitli bölgeler (24), Özbekistan (18), Türkmenistan (15), Azerbaycan (14), Kırgızistan (11). Bunları Arnavutluk ve Moğolistan (4'er); Afganistan, Irak, Gürcistan, Ukrayna ve Romanya (5'er); Moldova (2); Pakistan, Bangladeş, Makedonya, Macaristan, Fas, Güney Afrika, Sudan, Endonezya, Tayland ve Tayvan birer okulla izliyor.

Dünyadaki uyuşturucu merkezlerinden Tayland'ın sınırındaki Çenday kentine gidip okul ve yurt açmanın Türkiye açısından bir anlamı bulunmuyor, ama CIA açısından çok anlamlı.

Okulları Açan Şirketler


Beş kıtaya yayılan okullar için Türkiye'de şirketler kuruldu. Bu şirketler, yurtdışında açacakları okullar için Türk Milli Eğitimi'ne başvurup, izin aldı. Ardından, görev alacak eğitim ordusu belirlendi. Sayıları 4 binin üzerinde olan öğretmenlerin yaşları 22-35 arasındaydı. Hepsi, çok iyi İngilizce öğrenmişti. Fethullah Gülen'in tavsiye ve teşviklerine uyarak okulları açmak için şu şirketleri kurdular: Çağ Öğretim İşletmeleri AŞ, Feza Gazetecilik AŞ, Şelale AŞ, Eflak AŞ, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AŞ, Silm AŞ, Taşkent Eğitim Şirketi, Serhat Eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AŞ, Tolerans Vakfı, Ufuk Eğitim Vakfı, Toros Eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AŞ, Ertuğrul Gazi Eğitim Öğretim AŞ, Karaçay Çerkes Toros Eğitim Hiz. Tur. ve Tic. AŞ, Palandöken Eğitim Öğretim Hiz. AŞ, Dunae 94 Şti., Özel Burg AŞ, Dostluk Yurdu Derneği, International Hope Ltd. Company, Fezalar Eğitim Öğretim Ticaret Limited Şirketi, Çağlar Eğitim Mal. Ltd. Şti, Balkanlar Eğitim ve Kültür Vakfı, S.C. Lumina SA Şirketi, Gülistan Eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Şti., Sema Eğitim Öğretim İşletmeleri AŞ, Samanyolu AŞ, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Yenbu Indonesia Vakfı.

Okulları ABD'nin Desteğiyle Açıyoruz İtirafı


1998 yılında Fethullah Gülen hakkında, Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik ilkesini değiştirmek için terör örgütü kurduğu savıyla tutuklama kararı çıkartıldı. Gülen, ABD'ye kaçtı. 6 yıldır ABD'nin Pensyllvania eyaletinde yaşıyor. Gülen, ABD'de uluslararası okulların, ABD4nin isteği vedesteğiyle kurulmduğunu itiraf etti.

"Amerikalılar istemezlerse kimseye dünyanın değişik yerlerinde hiçbir iş yaptırmazlar. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, Amerika ile çatıştığınız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz." (Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)

Gülen, gücünü ABD yönetiminden aldığını da saklamıyor:

"Amerika şu andaki konum ve gücüyle bütün dünyaya kumanda edebilir. Bütün dünyada yapılacak işler buradan idare edilebilir. Amerika hâlâ bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır. Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli. Amerika gözardı edilerek şurada burada bir iş yapılmaya kalkılmamalı " (Nevval Sevindi, Fethullah Gülen ile New York Sohbeti, Sabah Kitapları, 4. basım, İstanbul, Aralık 1997, s.39.)

ABD Büyükelçisi Mark Parris'in Rolü


ABD ile bağı, onun Türkiye Cumhurbaşkanı'nın korumasına girmesine yol açabilecek kadar güçlüydü.

Fethullah Gülen'e bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın, 25 Aralık l997 günü düzenlediği "Ulusal uzlaşma, hoşgörü ve diyalog" ödül töreninde, Cumhurbaşkanı Demirel'e de "şükran plaketi" verilmişti.

Oysa o tarihte Fethullah Gülen'in okulları basılıyor, Türkiye Cumhuriyeti karşı faaliyetleri nedeniyle hakkında adli soruşturma yürütülüyordu. Cumhurbaşkanı Demirel, irticaya karşı mücadelede devlet kurum ve kuvvetlerinin bütünlüğünü bozan bu konuma neden geldiği önemliydi.

Demirel'i Fethullah'ın ödülünü almaya ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ikna etti.

Mark Parris, İran'da 8-11 Aralık l997 tarihleri arasında yapılan İslam Konferansı Örgütü'nün Tahran zirvesinden dönüşünde Demirel'i ziyaret etti. Demirel, İKÖ'nün Türkiye'ye karşı tutumunu protesto ederek, zirveyi bir gün önce terk etmişti. Parris, Aralık ayının ikinci haftasında yapılan görüşmede, Türkiye'nin Ortadoğu ve Orta Asya'da "Ilımlı İslam"dan yana tavır almasını savundu. Fethullah Gülen'i övdü.

Türkiye'ye gelir gelmez Demirel ile "on gün içinde üç kez görüştüğünü" söyleyen Mark Parris, ABD'nin Çelik Çekirdeği'nin has adamlarından. Beyaz Saray'dan Ankara'ya geldi. Bill Clinton'un yakın ekibi içindeydi. Ulusal Güvenlik Konseyi'nin, Türkiye'yi de kapsayan Yakındoğu ve Güney Asya sorumlusu iken Türkiye'ye atandı.

Mark Parris'in Fethullah Gülen'e ilgisi, Ankara'ya geldikten sonra başlamıyor. Gülen'in, ABD'de devlet ricali tarafından kabul görmesini sağlayan da, Mark Parris'in başında olduğu Yakındoğu ve Güney Asya Bölümü'ydü. Fethullah Gülen'in, Beyaz Saray'ın yol vermesiyle, ABD'de 14 önemli temasta bulunduğu belirtiliyor.

Demirel'e ödül töreni için Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın davetiyesini götüren kişinin, ABD'nin eski Büyükelçisi Abramowitz'in mesajını da ilettiği ifade ediliyor.

Fethullah'ın Okullarında CIA Ajanı Öğretmenler Fethullah Gülen cemaati tarafından yurtdışında, özellikle de Türk Cumhuriyetlerinde açılan okullarda, diplomatik pasaportlu Amerikalı CIA ajanları, "İngilizce öğretmeni" diye barındırılıyor. Bu işbirliği, Türkiye'de yapılan üst düzey resmi bir toplantıda, bizzat Fethullahçı okul yöneticisi tarafından itiraf edildi. Durum, devletin resmi olarak yayımladığı kitapla da belgelendi.

Tarih, 3 Mart 1997. Yer, Ankara'daki Başkent Öğretmenevi. Önemli bir toplantı yapılmaktadır. Ev sahibi, Milli Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü. Konu, yurtdışında açılan Türk okullarının sorunları. Toplantıya, başta Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam olmak üzere bakanlığın bütün üst düzey bürokratları katılıyor. Dahası; Başbakanlık’tan, MİT'ten, Dışişleri Bakanlığı'ndan temsilciler de katılımcılar listesinde. Ve elbet, yurtdışında okul açmış vakıf ve özel şirket yetkilileri de hazır.

Sıra, Özbekistan'daki 18 okulun sahibi gözüken Silm A.Ş.'nin yetkilisi Mehmet Mesut Ata'ya gelir. Bu okullar da, "Fethullahçılara ait" diye bilinmektedir. Ata, birçok talebini dile getirir. Sözlerini Amerika'nın Özbekistan'daki bir uygulamasını örnekleyerek bağlar. MEB'in yayımladığı Yurtdışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı adlı kitabın 63-64. sayfalarından okuyalım:

"Amerika Birleşik Devletleri, dostluk köprüsü adı altında getirdikleri 70 öğretmene diplomatik statü kazandırmışlardır. Biz de, eğer devletimiz, büyükelçiliğimiz, bu konuda diplomatik statü konusunda bize yardımcı olursa Türk öğretmenlerinin, Türk eğitim elemanlarının itibarlarının biraz daha artacağını zannediyoruz." (Yurtdışında Açılan Özel Öğretim Kurumları Temsilcileri-İkinci Toplantısı, sayfa: 63-64. MEB Yayınları)

CIA'ciler Fethullah Okullarında


Ama ABD, CIA ajanlarını kamufle etme ihtiyacı bile duymamış, hepsinin cebine diplomatik pasaport koymuştu. Özbekistan'da diplomatik pasaportla bulunan ABD'li "öğretmen"lerin çoğu, Fethullah Gülen cemaatinin okullarında çalışmaktaydılar. İngilizce dil "öğretmeni" olarak gösterilmişlerdi. Kırgızistan'da da 50-60 kadar Amerikalı "öğretmen" vardı. Bunlar da diplomatik pasaportluydu. Ve Kırgızistan'da "Fethullahçı" diye bilinen okullarda "öğretmenlik" yapıyorlardı. Fethullah Gülen'in okulları, eğitim dili olarak da Türkçeyi değil, İngilizceyi kullanmaktadır. Özellikle hazırlık sınıflarında haftalık ortalama 24 saati bulan İngilizce derslerine, çoğu okulda ABD'li ve İngiliz "öğretmenler" giriyor.

CIA, Fethullah'ın Öğretmenlerine Resmi Pasaport Veriyor Olayın ABD cephesi ise, 1 Mart 1998 tarihli Aydınlık'ta Doğan Duyar'ın haberiyle irdelendi. Nur tarikatının başı Fethullah Gülen'in yurtdışındaki okullarında çalışan bine yakın ABD'li öğretmende, yalnızca devlet görevlilerine verilen ABD resmi pasaportu var. Çoğunluğu Türk Cumhuriyetleri'nde faaliyet yürüten okullardaki ABD'li öğretmenler, İngilizce adıyla "official passport" sahibiler. Amerikan Eğitim Bakanlığı personeli olmayan ABD'li öğretmenlerin, normal olarak turist pasaportu sahibi olmaları gerekiyor. Ancak, Amerikan devleti, Gülen'in okullarında çalışanları resmi görevli sayıyor. Bu nedenle diplomatik pasaportla eşdeğerdeki resmi pasaport veriyor. Türkiye'deki karşılığı "yeşil pasaport" olan "official passport", ABD'li öğretmenlere diplomatik dokunulmazlık sağlıyor.

Amerikalı kaynaklar, bu pasaportların CIA'nın talimatıyla düzenlendiğine işaret ediyorlar.

17 Eylül 2009 Perşembe

Gökçek'in Balonunu AKP mi patlattı?

Erdogan'a bile geri adim attirmisti, bu kez kendisi pes etti. 'Kaybetmeyen adam' bir haftada nasil 2 kez kaybetti?


'Politikada haftanin kaybedeni kim?' diye bir soru sorulsa, süphesiz herkesin üzerinde birlesecegiz isim Ankara Bütüksehir Belediye Baskani Melih Gökçek olur.

GÖKÇEK REFERANDUMDA GERI ADIM ATTI

Haftaya Federasyon ile giristigi kavgada aldigi agir yenilgi ile baslayan Melih Gökçek, 'Bahçelievler'de içki referandumu' gibi tartisma yaratan kararinda da geri adim atarak, 2 kez 'kaybeden' oldu.

KAYBETMEYEN ADAM
Ankara'da 4 kez üst üste belediye baskani seçilen Melih Gökçek, hem rakip adaylari hem de kendi partisinde karsisina çikan aday adaylarini her seferinde geride birakmayi basardigi için 'Kaybetmeyen adam' olarak da adlandiriliyordu.

ERDOGAN'A BILE GERI ADIM ATTIRMISTI
Son yerel seçimlerde aday gösterilmeyecegi ve Basbakan Erdogan tarafindan gözden çikartildigi AKP'ye yakin evreler tarafinda da dile getirilen Gökçek, yapilan kamuoyu arastirmalarinda aday gösterilmemesi durumunda AKP'nin Ankara anakenti kaybedeceginin ortaya çikmasi nedeniyle yeniden aday gösterilmisti. Gökçek'in o süreçte kend ipartisinden aday adayi olan Keçiören Belediye Baskani Turgut Altinok'u safdisi birakmadaki taktigi ve kendisini aday göstermeyecegi konusulan 'tek karar verici' Basbakan Erdogan'i da yine kendisini aday göstermek zorunda birakmasi "Gökçek Erdogan'i da dize getirdi" seklinde yorumlara da neden olmustu.

BIR HAFTADA IKI KEZ KAYBETTI
Ancak siyasetin 'kaybetmeyen adami' Gökçek için, içinde bulundugumuz hafta adeta kabus gibi geldi. Oglu Ahmet Gökçek'i Ankaragücü'ne baskan seçtiren Gökçek, Futbol Federasyonu'nun "Ya Ahmet Gökçek ve yönetimi sitifa etsin, ya da Ankaraspor'u kime düsürürüz" restini gördü ve federasyona savas açti. Ancak federasyon geri adim atmadi ve dün aldigi kararla Ankaraspor'u küme düsürdü. Bu olayin sokunu atlatamayan Gökçek, ikinci darbeyi de 'içki referandumu' konusunda aldi. Bahçelievler 7. Cadde'de 'içki satisi' ile ilgili referandum yapilmasi karari alan Melih Gökçek'e basta CHP olmak üzere muhalif belediye meclis üyelerinden ve medyadan yogun tepki geldi. Hem CHP'ye hem de medyaya meydan okuyan Gökçek, "Neden korkuyorsunuz? Bu bölgede CHP'ye yüzde 80 oy çikti. Referandumdan çikan karar ne olursa onu uygularim"
diyerek, referandum konusunda geri adim atmayacagi mesajini verdi. Ancak gelen tepkiler umdugundan fazla olunca, bu kez geri adim atmak zorunda kaldi ve 'içki referandumu' kararindan vazgeçti.

GÖKÇEK'IN BALONUNU AKP MI PATLATTI?
Siyasette asla kaybetmemesi ile ünlenen Melih Gökçek'in, bir hafta içinde iki büyük yenilgi almasinin arkasinda ne yatiyor? Gökçek, agir yenilgi aldigi federasyonla giristigi savasta da, geri adim atmak zorunda kaldigi 'içki referandumu' konusunda da partisi AKP'den destek görmedi.
Hatta, Basbakan Erdogan'in Gökçek-Federasyon savasinda "Geregi ne ise yapilsin" diyerek federasyonun arkasinda durdugu seklinde haberler de gündeme geldi. Içki referandumu konusunda ise, Gökçek AKP'den destek görmedigi gibi, parti içinden de elestirilerin hedefi oldu. Meclis Insan Haklari Komisyonu Baskani AKP'li Zafer Üskül, "Insan haklarinin referandumu olmaz" diyerek açikça Gökçek'in referandum israrini elestirdi. Tartismanin ilk günlerinde sessiz kalan ve AKP'ye yakinligi il ebilinen kalemler de, AKP'nin bu konuda Melih Gökçek'e destek vermedigini görünce, Gökçek'i elestiren yazilar kaleme aldilar.

Tüm bu göstergeler baskent kulislerinde, "29 Mart'ta partiyi adeta 'esir alan' Gökçek'ten AKP'nin intikami" olarak yorumlaniyor. CHP'li Kiliçdaroglu'nun kendisi hakkindaki iddialara balon patlatarak cevap veren Gökçek'in balonunun AKP tarafindan patladildigi seklindeki bu görüs, siyaset kulislerinde su siralar en çok ragbet gören görüs durumunda.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Alfabe 32 Harf - "Türküm Doğruyum" Yok Artık


Aylardır konuşulan adına “Kürt” ya da “ demokrati” denilen açılımın detayları netleşmeye başladı.

Gazete Habertürk’ün bugün manşetten verdiği haberde dün Ankara’da yaşayan yoğun trafiğin detayları yer aldı.

Habere göre 8 bakanlık açılım için atacağı adımları tek tek belirleyip mini MGK’da Başbakan’a sundu. Dünkü toplantılarda bu öneriler tartışıldı..


İŞTE TARTIŞILAN O AÇILIM ÖNERİLERİ

  1. Suça karışmayanlar 3 ay rehabilitasyonla serbest.
  2. Suça karışıp pişman olan 5 yıl gözetin altında tutulacak.
  3. Terör örgütü liderlerine af yok (yurt dışı esnekliği düşünülüyor)
  4. Kürtçe ilköğretim ve lisede seçmeli ders.
  5. QWX alfabeye dahil edilecek.
  6. Mahmur kampındaki Türkler getirilecek
  7. Mahmur kampındaki yabancılar tasfiye edilip ülkelerine gönderilecek.
  8. Kürtçe yer isimleri iade edilecek.
  9. Devlet Kürtçe yayınları destekleyecek.
  10. Devlet Tiyatroları 'Mem u Zin'i oynayacak.
  11. Kürtçe Kuran meailini devlet bastıracak.
  12. Devlet dairelerinde Kürtçe tercüman bulundurulacak.
  13. "Ne Mutlu Türküm diyene" yazıları yenilenmeyecek.
  14. İlköğretim andı kaldırılacak.
  15. Devlet toplu Kürtçe kitap alımı yapacak ve kütüphanelere dağıtacak
  16. Karayollarına Kürtçe levhalar konulacak.
  17. GAP eylem planı uygulanacak
  18. Kürtçe bilen imam ve polisler istihdam edilecek
  19. Yok olan ormanlar yeşertilecek, korucular buralarda çalıştırılacak.

ALFABE DEĞİŞEBİLİR Mİ?

Haberde ayrıca alfanenin değişip değişemeyeceği ve hukuki boyutuyla ilgili otoritelerin görüşleri de dile getiriliyor.

AK Partili Burhan Kuzu:
Alfabe koruma altında da, 29 harfi mi koruma altında, şimdi onu tartışmalıyız.

Prof. Mümtaz Soysal:
Anayasa' nın değiştirilemez maddesine aykırı bir uygulama söz konusu olur.

Prof. Ülkü Azrak:
Ancak devrim kanunlarını kaldırırlarsa alfabeyi değiştirebilirler.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Tüm dünya aslında Türk

Geçen hafta bir konferans vermek üzere Türkiye'ye gelen Amerikalı araştırmacı yazar Gene D. Matlock, 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz' adlı kitabında da yer verdiği ilginç iddialarıyla 'Tüm dünyanın kökeninin aslında Türkler olduğu' tezini yeniden alevlendiriyor. AKŞAM PAZAR'a konuşan Matlock, kitabında din, dil, tarih ve kültür odaklı pek çok kaynak aracılığıyla tezine çarpıcı kanıtlar da sunuyor.


Kadim Türkler, tüm insanların ataları olabilir mi? Maya ve Azteklerden Kızılderililere, Ruslardan Hintlilere, Araplardan İngiliz, İtalyan ve Kuzey Avrupalılara hepsinin kökenlerinin Türk olduğu söylense inanır mısınız? Peki, acaba Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammet ve Buda da Türk müydü? Tüm dinler Kadim Türklerin Tengri dininden mi türedi?
Bunlar kafa karıştıran ama bir o kadar da merak uyandıran, cevaplaması zor sorular. Ancak bir araştırmacı bu soruların hepsine 'evet' cevabını veriyor. Ve iddiasının doğruluğuna dair kanıtları da 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz' adlı kitabında önümüze sunuyor. İşin ilginç yanı, bu tezin sahibi Türk değil, bir Amerikalı: Gene D. Matlock.
Temmuz ayında Hermes Yayınları tarafından Türkçe olarak basılan 'Ey Dünya İnsanları Hepiniz Türksünüz / Kayıp Bir Uygarlığın Sırları Dünyayı Nasıl Değiştirebilir' adlı kitabında Gene D. Matlock ilk insanların Türklerle başlayıp daha sonra dünyaya dağıldığını, ilk konuşulan dilin Türkçe olduğunu, bilimin, felsefe ve dinin yine Türklerden doğduğunu söylüyor. 65 yıldır Meksika'da yaşayan ve hem Hıristiyanlığın kökenleri hem de Meksika'daki Amerikan yerlilerinin kökenleri üzerine uzun yıllar boyunca araştırmalar yapan Matlock'un dini kitaplar, mitolojiler, kültür, gelenekler ve özellikle de dil biliminin ışığında elde ettiği ipuçlarını birleştirerek sunduğu kanıtlar da hayli şaşırtıcı. 81 yaşındaki Matlock ile bir konferans vermek için geldiği İstanbul'da buluştuk ve çarpıcı iddiası üzerine konuştuk.

- Dünyadaki tüm insanların Türklerden geldiğini söylüyorsunuz. Sizi bu konuda bir araştırma yapmaya yönelten şey neydi?
Yıllar önce İsraillilerin Filistinlilere yaptığı kötü muamele sebebiyle çok üzülmüştüm ve bu insanların bir türlü paylaşamadığı kutsal toprakların tarihi ve buradaki dinlerin kökenleri üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Bu araştırmalarımı bir yandan da yazıyordum. Araştırma ilerledikçe her şey beni önce Hindistan'a, daha da derinleştiğindeyse Hindistan'ın kuzeyine götürdü. Elimi neye atsam önünde sonunda her şeyin kaynağı olarak karşıma Türkler ve coğrafya olarak da Türkiye ve Orta Asya çıkıyordu. Zira dikkatle incelediğimde Eski Ahit (Kitab-ı Mukaddes'in ilk bölümünü oluşturan, Tevrat ve Zebur'u da kapsayan 39 kitap) ve İncil'de İsrail'den bahsedilmediğini gördüm. Kutsal kitaplarda bahsedilenler aslında Türkiye ile bağdaşıyordu. Nuh'un Gemisi efsanesi, Büyük Tufan... hepsinin kökeni Türkiye ve Türklere dayanıyordu. Bu da bana şunu gösteriyordu: İnsanlığın başladığı yer Türkiye idi. Biz insanlar tüm uygarlığın atası olarak Sümer, Yunanistan, Mısır ve Çin'i görmeye yanlış bir şekilde şartlanmışız.

İNSANLIK TÜRKİYE'DEN BAŞLADI
- Peki, nasıl oluyor da Türkler tüm insanlığın atası oluyor?
Birkaç bin yıl önce Kuzey Kutup bölgesinde bir cennette, bolluk içinde yaşayan ileri derecede uygarlaşmış bir halk vardı... Dünyadaki bütün dinler hangi ulusa ait olursa olsun insanlığın beş kökensel ırkı olduğunu söyler. Bu beş ırka Kurus, Krishti ya da Krishtaya deniliyordu. Yaşadıkları yere ise Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta Aden denir. Hindular buraya Uttura Kuru adını verir. Eski Yunan tarihçileri ve mitolojisi ise buraya Hiperborea olarak göndermede bulunur. Tibetli Budistlar ise Khedar Hand (Tanrı Şiva'nın ülkesi) ve Şambala der. Aynı zamanda buraya Tanrı Şiva'nın toprakları anlamında Sivariya ve Sibirya da denmektedir. Yeni ilk insanların yaşadığı cennet bahçesi Sibirya bozkırlarıdır. Buradaki ilk insan olan Adem (İngilizcedeki yazılışıyla Adam) Türk dilinde 'insanoğlu' anlamında kullanılır. Nitekim buradaki yüksek zeka ve uygarlığa sahip ari ırk (aryan) Türk'tür. Türkler'in kendilerinden Kıpçaklar, Kurular ya da Aryanlar diye bahsetmesi de bunun kanıtıdır. Ancak pek çok farklı din ve mitolojide geçtiği üzere bu insanlar lanetlenip bir doğal felaket yaşar, dünya ekseninde meydana gelen ani bir sapma ile yaşadıkları yer donmuş, büyük seller olmuştur. Şimdi adına Türkler dediğimiz Kurular güneye, Orta Asya'ya kaçmak zorunda kalmıştır. Bu anlatılan Büyük Tufan'dı. Nuh ve insanlığın soyunu devam ettiren oğulları da işte bu kökenden geldi; yani Türk'tü. Nuh'un gemisinin karaya oturduğu Ararat Dağı'nın Türkiye'deki Ağrı Dağı olduğu inancı da bunu kanıtlıyor. Böylece Türk soyundan gelen insanlık Türkiye'ye ve aşağıya Mezopotamya ve Hindistan'a dağıldı. Dolayısıyla Sümerler, Hititler, Iraklılar, Kürtler, Hintliler, Mısırlılar hepsi aslında Türk'tü. Kuzey Kutbu'ndan aşağı inerek Kuzey Avrupa'ya İsveç, Finlandiya, İngiltere'ye ve tüm dünyaya yayıldılar. Bugün herkes kendi neslinin izlerini Türklere dek sürebilir.

- Buna kanıt olarak neleri gösterebiliyorsunuz?
Dünyanın her köşesinde kullanılan dilden inançlara ve tanrı isimlerine kadar her şeyin dil olarak aynı kökenden geldiğini görebilirsiniz. Bu tüm dinlerin, dillerin de tek bir kaynaktan çıktığını gösteriyor: Türklerden! İngiltere'den, Finlandiya'ya insan isimlerinden yer isimlerine Türkçe kökenli kelimelere rastlayabilirsiniz. Finlandiya'da Kırkpınar diye bir yer var! Urdu dilinde binlerce Türkçe kelime var. Hintlilerin Kutsal Kitabı Mahabharata aslında Türklerin tarihlerini anlatıyor. Yunanlıların büyük tanrısı Zeus'un ismi de Türkçe. Kudüs, İsa gibi kelimelerin kökeni de aslında Türkçe ve dahası bu bahsedilen yerler de aslında İsrail'de değil Türkiye'de; İsa da bu topraklarda yaşadı. Öte yandan yakın tarihte Keltlerin (İrlandalılar, Galiler, İskoçyalılar) DNA'sı incelendi ve Altay'dan geldikleri kanıtlandı. Vikingler, Finikeliler ve İtalya'nın Roma İmparatorluğu'ndan yıllar önce burada yaşayan ve Roma'nın kurucuları sayılan yerli halkı Etrüskler de Türk'tür. Estrüskler'in DN A'larının Türklerinkiyle yüzde 97 aynı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır.

- Amerika'daki Kızılderililerin de Türk olduğu sıkça dile getirilen bir iddiadır....
Evet, Kızılderililer Türk'tür, bunu kendileri de söyler. Kültür ve geleneklerindeki benzerlik aşikar. Özellikle Amerika'da Türk soyundan geldiğini söyleyen Meluncanlar'dan olan Cherokee'ler Türkiye ile bugün çok yakın ilişkiler içindedir.

- Bu iddialarınızı dünyanın pek çok yerinde dile getiriyorsunuz. Peki, nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Önceleri herkes bana gülmüştü ama şimdi durum değişiyor. Amerikanın yerli halkları, Kızılderililer, Meksikalılar bu teze çok pozitif tepki veriyor. Çoğu kabul de ediyor. Ancak ABD'deki Amerikalıların veya İngilizlerin pek hoşuna gitmiyor.

- Dünya bunu kabul etse ne olur sizce?
Hepimizin kardeş olduğuna inanmak insanlığın sahip olduğu tüm sorunlar ve huzursuzluk çözüme ulaşır. Dünya daha iyi bir yer olur.

Amerika'yı İspanyollar değil, Türkler keşfetti
'Amerİka kıtasındaki pek çok yer ismi aslında Türkçe kökenli. Meksika'daki Teotihuacan kalıntıları aslında Türkçe olan Tea (tanrı)+ Tiwa (Bir Türk boyu olan Tuvaların bugün bir cumhuriyeti de vardır) + Han (krallık anlamına gelen Türkçe kelime) kelimelerinden türemiştir. Peru'daki Karal kalıntılarındaki piramitler Mısır'dakilerden daha eskidir ve Türkçe'de 'hükümdar' anlamına gelen kral kelimesinden türemiştir. Meksika'da bugün de Türkçe kökenli birçok kelime kullanılıyor. Örneğin dağ/tepelere Meksika'da tepek deniliyor; Atatepek, Çapultepek isminde şehirler bulunuyor. Havasu diye bir yer bile var. İspanyollar Meksika'ya ilk geldiklerinde Aztek'lere hangi tanrıya inandıklarını sorduğunda onlar 'İnana' cevabını vermişti. Bu Antik Sümer'de de bir tanrıçanın adı. Yani Sümerler ile Aztekler aradaki onca mesafeye, okyanusa rağmen aynı adlı tanrıya inanıyor. Dahası Meksikalılar da Hintliler de Türkleri aynı kelimeyle 'Karaskus' diye adlandırıyordu. Demek ki Amerika'yı İspanyollar d eğil, önce Türkler keşfetmişti. Sonuçta bunlar gibi sayısız örnek şunu gösteriyor: Dünyanın her köşesindeki bütün uygarlıklar Orta Asya'dan geçmiş ve her yerde ortak olarak karşımıza çıkan din, dil, kültür ve inanışları buradan tüm dünyaya taşımıştır.'

7 Yıl Önce 7 Yıl Sonra

-AKP öncesinde PKK enterne edilmiş bitik bir terör örgütü idi.
-AKP ile PKK uluslararasılaştırılarak adeta özgürlük mücadelesinin sembolü oldu.

Bir millet yaratıldı

-AKP öncesinde Öcalan kanlı katil imajında idi.
-AKP ile Apo, Mandela görüntüsüne sokuldu.
-AKP iktidara gelmeden yani 7 yıl önce PKK terörü sıfır noktada idi.
-AKP iktidarı ile PKK terörü eski kanlı günlerine geri döndü.
-AKP öncesinde toplumda zerre Kürt-Türk ayrışması yoktu.
-AKP ile ilk kez bu tür ayrışmalar ve cepheleşmeler görüldü.
-AKP öncesinde etnik televizyon yayını yoktu.
-AKP ile Kürtçe Televizyon kurulup Kürtleri milletleştirme ve bütünleştirme yolunda büyük bir adım atıldı.
-AKP öncesinde devletin kurumları arasında ahenk vardı.
-AKP ile devletin kurumları birbirinin kuyusunu kazar oldu.
-AKP öncesinde poliste kadrolaşma yoktu.
-AKP ile poliste guruplaşmalar zirveye çıktı.
-AKP öncesinde yürütme, yargıya müdahaleyi aklından bile geçirmezdi.
-AKP ile yürütme yargıyı baskı altına almaya başladı.

Başçavuştan Başbakana!
-AKP öncesinde Türkiye homojen bir görüntüdeydi ve hiç kimsenin aklına etnik kimliği gelmezdi.
-AKP ile insanlar etnik kimliğini hatırlar oldu.
-AKP öncesinde Türkiye’nin milli bir dış politikası ve kırmızı çizgileri vardı.
-AKP ile kırmızı çizgiler bir bir paspas yapıldı.
-AKP öncesinde Barzani ve Talabani ile başçavuşlar muhatap olurdu.
-AKP ile muhataplık konumu Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa yükseltildi.
-AKP öncesinde Türkiye canı istediğince K.Irak’a gidip PKK inlerini dağıtırdı.
-AKP ile K.Irak’a girmek artık Peşmerge ve ABD’nin iznine bağlandı.
-AKP öncesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin imajı zirvedeydi.
-AKP ile Ordumuzun başına çuval geçirildi ve hiçbir karşılık verilmedi.
-AKP öncesinde Türk Başbakan Ecevit Irak’ın işgaline karşı çıkmıştı.
-AKP ile Irak işgali ve öldürülen 1.5 milyon Müslümanın katli alkışlandı.
-AKP öncesinde Kıbrıs milli dava, Rauf Denktaş kahramandı.
-AKP ile Kıbrıs yük görüldü, Denktaş kenara atıldı.
-AKP öncesinde Türkiye Türk Dünyası ile ilgiliydi.
-AKP ile bu ilgi Arap dünyasına döndü.

214’den 521 milyar dolara!
-AKP öncesinde ülke borcu 214 milyar dolardı.
-AKP ile ülke borcu 521 milyar dolara yükseldi.
-AKP öncesinde kayıtlı işsiz sayısı 1 milyon 100 bindi.
-AKP ile kayıtlı işsiz sayısı resmi olarak 3 milyon 700 bine fırladı.
-AKP öncesinde ihracatın yüzde 52’si ithalata dayanıyordu.
-AKP ile ihracatın yüzde 81’i ithalata endekslendi.
-AKP öncesinde cari açık fazla verirdi.
-AKP ile cari açık problemi depreşti.
-AKP öncesinde ülkeye her yıl milyarca dolarlık yatırımlar yapılıyordu.
-AKP ile 7 yılda onca borçlanmaya rağmen duble yol dışında neredeyse hiç bir şey yapılmadı.
-AKP öncesinde Türk Telekom devletin yani milletindi.
-AKP ile Türk Telekom birkaç yıllık kârı karşılığı Arap-Ermeni konsorsiyumuna satıldı.

Armatör ve kuyumcu!
-AKP öncesinde TÜPRAŞ ve onlarca liman ve devasa devlet işletmesi devletin yani milletindi.
-AKP ile bütün bunlar da bir bir elden çıkarıldı.
-AKP öncesinde Türkiye’de iktidar medyası diye bir yapı oluşmamıştı.
-AKP ile güçlü bir iktidar medyası oluşturulup kurumlaştırıldı.
-AKP öncesinde Sabah Dinç Bilgin’le Turgay Ciner’indi.
-AKP ile bu gazete devlet kredisi ile damadın başında olduğu bir şirkete verildi.
-AKP öncesinde Star Gazetesi Cem Uzan’ındı.
-AKP ile bu gazete yine yandaş bir işadamına satıldı.
-AKP öncesinde TRT özerkti.
-AKP ile TRT parti yayın organı gibi oldu.
-AKP öncesinde Burak Erdoğan’ın gemisi yoktu.
-AKP döneminde armatör oldu..
-AKP öncesinde Bilal Erdoğan pırlanta dükkanı açmamıştı.
-AKP döneminde Bilal kuyumculuğa soyundu.





Muhasebeci ve 600 milyon dolar!
-AKP öncesinde Kemal Unakıtan, Topbaşlar’da muhasebecilik yapardı.
-AKP ile Unakıtan’ın çocukları 600 milyon dolarlık enerji yatırımına girişti.
-AKP öncesinde İstanbul’da imar tadilatlarında bir ölçü ve sınır vardı.
-AKP ile binlerce imar değişikliği ile eski İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın ifadesi ile onlarca milyar dolarlık rant yaratılıp birilerine aktarıldı.
-AKP öncesinde emekli enflasyon oranı kadar artış alırdı.
-AKP ile emekli ilk kez enflasyonun üçte biri kadar bile zam alamadı.
-AKP öncesinde memur da enflasyonun altında artış almazdı.
-AKP ile memur, emekliler misali sürünür hale düştü.
-AKP öncesinde fuhuş için vesika talep eden kadın sayısı geriye gidiyordu.
-AKP ile geçinmek için fuhuşa vesika talep edenler 8 misli arttı.
-AKP öncesinde hırsızlık münferit bir hadiseydi.
-AKP ile hırsızlık sektör oldu.


Sebahattin Önkibar

Yeniçağ Gazetesi

13 Eylül 2009 Pazar

Seni Bu Yamyam Kibirin Bitirecek

Muhteşem bir tarif,
Müthiş bir son.


YAZARIN ADI: FATMA SİBEL YÜKSEK internet.com'da yazıyor!


Bilboardlardaki resimlerine baktım;
güya «kudretli» görünesin diye en çılgın bakışlı fotoğraflarını seçmişler.
Kontrolsüz bir adrenalin ile geldiği yeri hazmedemeyişi harmanlayan deli bakışları.

Ne yapsan olmuyor.
Kültürsüzlüğün, görgüsüzlüğün, basitliğin,
açlığın her şeyin önüne geçiyor.
Sadece çalma, çırpmaya, vebal almaya işleyen kıt aklın bile durup durup sana
“Saygı görmüyorsun, sende bir şeyler eksik” diye fısıldıyor.

Bu fısıltıyı duydukça iyice kontrolden çıkıyorsun.
Bana saygı duyun, önümde eğilin.
Eteklerimi öpün diye tepiniyorsun ama olmuyor.
Olmuyor işte.

En yakınındakiler bile senin iflah olmaz kifayetsizliğine,
insanlıktan çıkmış öfkene, Allah'a şirk koşma noktasına gelmiş kibrine dayanamıyorlar.

En uyanıklar ile kullanım tarihinin tamamen sona gelmesini bekleyenler kaldı sadece çevrende. Bir de bir delinin gölgesi ardında kirli oyunlarını yürütenler.

Boşsun, bomboşsun.
Bir genelev fedaisi kadar ruhsuz ve hoyratsın.
Kabadayılığın da hikâye, dobralığın da yalan, «delikanlılığın» da naylon.
Hak, hakkaniyet, adalet, merhamet gibi kavramlar kapından bile geçmemiş.
Alım-satım ustalığından, ticari uyanıklıktan dem vurarak örtmeye çalışıyorsun bu büyük eksikliğin üzerini.

Sahi kimsin sen?

Hep aynı yerden servis edilen üç adet gençlik, çocukluk ve askerlik fotoğrafından başka neden görüntün yok senin?
Hangi okulları bitirdin, kimlerle aynı sıralarda oturdun?
İlkokul öğretmenin kim?
Neden bir kişi bile çıkıp seninle ilgili bir tek anısını anlatmıyor?
Seda Sayan'ın bile mahalle yıllarından bir fotoğraf çıkıp geliyor da, senin geçmişin neden bu kadar sis perdelerinin ardında gizli?
«olmayan» biri misin yoksa sen; laboratuarda mı imal edildin?
Hangi merkezlerde programlandı hastalıklı beynin?


Bütün değerlerden neden bu kadar yoksunsun;
en kutsal kavramların içini boşaltmada nasıl bu kadar maharetlisin?
Hurafe, iftira, şirret ve cehaletten beslenen dilin;
hırstan ve doymamışlıktan ibaret kişiliğin,
bir ağaç kovuğundan başka hiçbir şey olmayan fani bedeninle tarihin onurlu sayfalarında yer almaya soyunma cesaretini nereden buldun.

Duyduk ki şimdi de «padişahçılık» oynuyormuşsun.
Şah oldun, sıra şahbaz olmaya geldi.
Her mevki ve makamı tattın,
geriye «padişahlık» kaldı
öyle mi?
Senin montaj ürünü kimlik ve bedeninden kuşkusuz bir Fatih, bir Yavuz, bir Kanuni olmaz ama Deli İbrahim-Vahdettin karışımı bir kukla, pek âlâ olabilir.
Seni bütün bu defolarınla sahnede tutanların işine fazlasıyla yarar böyle acınası bir bez bebek.

Esiyorsun,
gürlüyorsun,
tepiniyorsun.
Pazarcı gibi tiz çığlıklar atıyorsun.
Deli bakışlarını devire devire,
boyun damarlarını şişire şişire
höykürüyorsun.

İyi de sen ne istiyorsun?

Karun oldun.
Çocukların ülkedeki simit tablalarından bile haraç alıyor,
gudubet karın ipek kumaşlara,
paha biçilmez mücevherlere büründü.
Şakşakçıların ceylan derisi koltuklarda basen büyütüyor.
Bu kadarı da olmaz ki diyen kim varsa işinden aşından ettin,
zindanlara attın,
ailelerini açlığa mahkûm ettin.
Gencecik üniversite mezunları işsizlikten intihar ediyor.
Doktorlar, öğretmenler, polisler, subaylar açlık sınırında yaşıyor;
emekliler pazarlardan sebze artığı topluyor.
Şehit katilleri Meclis'te suratımıza çemkiriyor.
Sen hâlâ üstündeki pahalı elbiselerin,
özel yapım som altın kol saatin,
ipek gravatınla karşımıza geçip
kusuyorsun da kusuyorsun.

Kime bu kinin?
Nereye doğru gittiğini bir gün olsun düşündün mü?
Olmayan vicdanınla bir gün olsun kendine
«acaba biraz ileri mi gidiyorum» diye sordun mu?
İtikatın da yalan biliyoruz, ama bir gün olsun
«ya hesap günü varsa» diye endişelendiğin oldu mu?

Evet var.
Hesap günü var.
Ve sanki bu saldırganlığın,
bu doymazlığın,
tamah etmez azmışlığın,
O hesap gününü biraz daha yaklaştırıyor.
Artık Allah'ın gözüne batıyorsun birader!
Fazla parazit yapıyorsun,
ortalığı hacminden fazla kirletiyorsun.
Elde ettiklerinle şükür etmeyi,
biraz da başkalarını düşünmeyi başaramadın.
Böyle bir kapasiten yok çünkü.
Dünyaya yemeye, içmeye, dışkılamaya,
kin ve n efret aşılamaya gelmişlerdensin.
Üste bir de kibir yapıyorsun,
işte bu hiç çekilmiyor...

Senin sonunu da bu yamyam kibirin getirecek.

SİZCE BU YAZI KİMİ TARİF EDİYOR ANLAYABİLDİTNİZ Mİ :)

12 Eylül 2009 Cumartesi

Duyuşsal Besleme

RUSSEL GOUGH, "Karakteriniz Kaderinizdir" adlı kitabında diyor ki:
"Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı; doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır. Eğer karakter gelişmemişse tahsil ise yaramıyor. Unutmayalım; banka hortumlayanlar, devleti soyanlar, rüşvet alanlar, vatanı çıkar uğruna satanlar, maç satanlar, şike yapanlar, teşvik verenler; birilerini hakir görüp aşağılamakla yükseleceklerini zannedenler hep tahsilli bireylerdir. .."

O yüzden Roosevelt demiş ki:

"Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmaktır."

11 Eylül 2009 Cuma

Ah, Koca Sinan, Ah!


Marmara'yı vuran sel felaketinin ardından çarpık kentleşme, şehrin mimari yapısı, alt yapı problemleri yeniden taştışılmaya başladı. Bir türlü ıslah edilemeyen dereler, en ufak bir yağmurla bile alt üst olan kent dengesi, her sel felaketinin ardından yıkılan köprüler..

LAZ MÜTEAHHİT KÖPRÜSÜ SELE YENİLDİ
Şiddetli yağışlar bugün itibarıyla hız kesmiş görünüyor. Ancak meteoroloji cuma ve cumartesi günleri yağışın yeniden hızını artıracağını söylüyor.. Bir kez daha mı aynı görüntüyle karşı karşıya kalacağız. " Tarih tekerrürden ibarettir" sözünden hiç ders almadık. Ayamama deresi defalarca taştı ancak bir türlü ıslah edemedik. Köprülerimiz yıkıldı, yenisini yaptık, onlar da yıkıldı. Neden yıkıldığını bir türlü çözemedik. Belki de işimize gelmedi. Ama Mimar Sinan köprüsüne dönüp bakmayı akıl edemedik. Çünkü dünkü felakete rağmen o köprü hala ayakta duruyor. Laz müteahhidin köprüsü ise sele yenildi.

MİMAR SİNAN'DAN DERS ALMADIK
“MİMAR Sinan yıllar önce Silivri’ye 22 gözlü köprü yapmış, demek ki tarihte bu bölgede sel baskınları sıkça yaşanırmış ve Sinan bunun tedbirini almış. Şimdi tüm dere yatakları imara açıldı, varolan dereler de ıslah edilmedi, yaşanan bu felaket göz göre göre geldi” diyor emekli Burhan Yavuz. İkinci el satın aldığı arabası sele kapılmış suyun kuvveti ile bir başka arabanın üstüne çıkmış sitenin ortasına kadar sürüklenmiş.

Burhan Yavuz bir yandan arabasını inceliyor bir yandan da olayı anlatıyor: “Yağmur başladığında yaz yağmurudur dedik önemsemedik, bir süre sonra adeta gök delinmişti. Önce E5 (D100 karayolu) kapandı, sonra da her yeri sel aldı. Kimse bizi uyarmadı, bu sel sitenin en kalabalık olduğu temmuz ayında olsaydı çok can alırdı”

KÖPRÜNÜN ÖZELLİKLERİ
İstanbul Silivri ilçesinde Silivri Çayı üzerinde bulunan bu köprü eski İstanbul-Edirne yolunun önemli bir geçit noktasında bulunmaktadır. Mimar Sinan’ın yapmış olduğu yapıların listesini veren Tuhfet’ül Mimarin’de Mimar Sinan eserleri arasında ismi geçmektedir. Ayrıca mimari yapısı da XVI.yüzyılda yapıldığını göstermektedir. Silivri Köprüsü 348.00 m. uzunluğunda 32 gözden meydana gelmiştir. Alçak bir vadide oldukça uzun oluşundan ötürü de köprü gözleri mimar Sinan’ın diğer eserlerinde olduğu gibi sivri kemerli olmayıp hafifçe basık kemerlidir. Yapımında köfeki ve kalker cinsi taş kullanılmış, tampon duvarları büyük bloklarla örülmüştür. Köprünün selyaranları memba ve mansapta üçgen şeklindedir. Bunlar sivri olarak başlayıp kısa bir yükselmeden sonra köprünün tempan duvarları ile birleşerek kaynaşmaktadır. Bunun da nedeni köprünün fazla su tazyiki ile karşılaşmamasıdır. Köprünün her iki yanındaki korkuluklar birbirlerine demir bağlantılarla, kamalarla kuvvetlendirilmiştir.


Madde 1:

27 Temmuz 2002 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “Mimar Sinan, 450 yıl önce gördü” başlıklı haberdeki fotoğraf, Silivri’deki son sel felaketinin habercisiydi!

Fotoğrafta Mimar Sinan’ın Silivri’nin Tekirdağ yönündeki çıkışında sel olgusunu dikkate alarak uzunluğunu iyiden iyiye büyüttüğü köprüsünün hemen paralelinde devletin karayollarının yaptığı E-5 yolundaki köprünün gülünç genişliği görülüyordu.

Bu da yetmemişçesine, Sinan’ın köprüsü ile deniz arasında sel yatağının deltası içine yapılmış yazlıklar, daha içeride altyapıları olmayan gecekondu apartmanlar dikkati çekiyordu.

Fotoğrafın vurguladığı haber şu iki uyarı ile noktalanmıştı:

“*E-5 karayolunda selin geçişi için yeterince boşluk bırakılmadığından Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan karayolu bir selde her an kapanabilir.

*Sel yatağı içine yapılan binalarda yaşayanlar bir sel olayında yaşamlarını ve tüm varlıklarını o an yitirebilirler.”

Yedi yıl önce Cumhuriyet, okurlarına, sorumlulara bir falcılık, bir kehanet yapmamış, olacaklara dikkati çekmişti. Yedi yılda ne yapıldı? Hiçbir şey!

Madde 2:

“Koca” Sinan’dan 450 yıl sonra İstanbul’un “Koca” Belediye Başkanı seçilen, muhallebici çocuğu Kadir Topbaş son sel felaketinin sorumlusunu bir çırpıda bulup açıkladı: “Bir sprey kullanıyorsanız, gazın ozon tabakasını deldiğini de bilmeniz gerekiyor!”

Ah bu “sprey” üreticileri! Mecbur musunuz Özleyiş Topbaş hanımefendi, oğullarımız Hüseyin ve Ömer Topbaş ile kızımız Kübra Kavurmacı için de “sprey” üretmenize? Bakın sizin yüzünüzden ne oldu? “Koca” Sinan’ın 450 yıl önce gördüğü gerçeğe karşılık “koca” Topbaş 31 kişinin katili olarak “sprey” üreticilerini ve kullananları suçladı. Topbaş’ın bu sorumsuzlukta hiç ama hiç suçu yoktu! O, Saray Muhallebicisi’nde sütten çıkmış AK Partili, ak kaşıktı.

Topbaş başka ne diyor? “Bilinçsizce yapılan binalarla insanlar maddi ihtiraslarına esir oluyor. Hepsini takip etmeye çalışıyoruz ama hangisine yetişelim...” Ah bu İstanbullular, “koca” Belediye Başkanı’nın “acz” içinde olduğunu itiraf ettirecek böyle bir yapılanmaya nasıl göz yumarsınız? Üstelik onun belediyesinden “inşaat ruhsatı” alarak?

Madde 3:

Topbaş’tan önce, yıllarca İstanbul’un “koca” başkanlığını yapan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? “Atalarımız ‘Derenin intikamı ağır olur’ demişler… Dere yataklarındaki yapıları kaldıracağız!”

Atalarımızın, yani “Koca” Sinanların ne dediğini bilen Başbakanımızın “koca” başkanlığı döneminde de dere yataklarına inşaat ruhsatı verilmemiş miydi? Şimdi iş işten geçtikten ve 31 kişinin katlinden sonra tutturmuş “Dere yatağındaki yapıları kaldıracağız!” diyor.

Madde 4:

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ne diyor? “Bu hakikaten bir tufan belirtisidir. Buna ne Türkiye’de ne Amerika’da ne de hiçbir yerde alınacak önlem vardır. Ne zaman dere yatağı işgal edilirse yatak tekrar işgal edilen alanı belli bir süre sonra geri alır. Bu tabiatın kuralıdır. Vatandaşlarımız dere yatağına ev yapmışsa bunu kaldıracağız.”

Eroğlu kim? Çevrecilik alanında tonlarca diploması olan bir profesör… Erdoğan’ın “koca” başkanlığında İSKİ ve Çevreden Sorumlu Genel Müdürü değil miydi? Koca Sinan’dan 450 yıl sonra Şuhut ilçesinde babasının tarlasında başladığı sulama ihtisasının ardından vaktiyle Süleyman Demirel’in Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü koltuğunda da oturmamış mıydı?

Ah Koca Sinan ah! Sen bir profesör, bir hoca değildin ama unvanın “koca” idi… Ne diyor Eroğlu? “Alınacak hiçbir önlem yok!” Senin aldığın önlemi dışlamasaydı, acaba bu felaketin boyutu böyle olur muydu?

Madde 5:

1965’te Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subaylığı öğrenirken bir derste hocamız olan bir subay “Savaş öncesinde meteorolojik raporların yayını durdurulmalı ki, düşmanınız da bu bilgilerden yararlanmasın” demişti. 1974 Kıbrıs çıkartmasında bunun uygulaması da yapılmıştı.

Oysa şimdi uzay gözetlemesi ile meteorolojik tahminlerde değil bir ülkede durumu, İstanbul’un herhangi bir semtindeki oluşum saatlerce önceden nokta atışı olarak bile saptanabiliyor.

Nitekim Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Mehmet Çağlar “kuvvetli yağış olacağını duyurmakla kalmayıp İstanbul Valiliği ile de bağlantıya geçtiğini” açıkladı. İstanbul Bölgesel Tahmin Merkezi “Oluşması muhtemel riskleri ani sel, su baskını, yıldırım düşmeleri” olacağını uyardı ve “sellerden korunma yöntemlerine de” dikkati çekti.

Ne valilik, ne belediye, ne “Afet Koordinasyon Merkezi (AKOM)” gereken yöntemleri uyguladılar ne de sel bölgelerinden tahliyeler yaptılar.

Madde 6:

Koca Sinan Silivri’de ne öngörmüştü? Dere yataklarından geçen köprü kesitlerinden bolca yapılarak etki alanının uzatılmasını, şiddetli sağanak yağmurunun sele dönüşmeden denize bir an önce kavuşmasını planlamıştı.

Devletin Karayolu ne yaptı? Tam tersini… Çevreci İSKİ’cimiz, muhallebicimiz ve imam hatipli başkanlarımız neler yaptılar? Sinan’ın tam tersine yöreyi yalnızca ruhsatlı iskâna açmakla kalmayıp İkitelli ve Halkalı’yı da sanayi bölgesi yaparak aşırı betonlaşma, aşırı asfalt yollarla toprağın suyu emmesini engellediler; böylece suya hız ve dolayısıyla güç kazandırılarak yıkıma tam gaz verdirerek taşkınlara, ölümlere ve maddi kayıplara neden olmadılar mı? Acaba belediyelerimizin ellerinde sel bölgeleri haritaları ve halkın tahliye planları var mı?

Zama da Zam!


İster bir işletmede, ister bir ülke ekonomisinde olsun, rekabetin temelinde “ucuzluk” ve “kalite” yatar. “Ucuzluk” üretim maliyetinin düşürülmesi ile gerçekleşir. Üretimde ucuzluğu; ham ve ara madde fiyatları, işçi ücretleri, tüketilen akaryakıt, doğalgaz, elektrik gibi enerji girdileri belirler.

Her dört Türk’ten birinin işsiz olduğu, Türk Cumhuriyet tarihinin en kötü ekonomik küçülmesi ile dünyada 1. sıraya oturulduğu, dış satımın yapılamayıp fabrikaların kapandığı ve tehlike çanlarının çaldığı bir ortamdan çıkmak için “sakız” reklamlarından medet umulduğu günlerin tanığıyız.

Devletin, memurlarına günde 1.5 TL’lik “pide zammına” yanaşmadığı, yüzde 2.5 TL’lik toplu sözleşme artış önerisi yaptığı bir ortamda, bir günde akaryakıta yüzde 13.4, ardından elektriğe toptan yüzde 25, tüketiciye yüzde 10 oranında zam ne anlama geliyor? Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün üyeleri arasında Türkiye, bu zamla elektrik fiyatında artışta 2. sıraya yükseldi.

Memur daha fakirleşsin, talep olmayacağı için tüketim daha da düşsün, üretim gerilesin, fabrikalar kapansın, işsizlik daha da artsın gibilerden bir kısır döngünün yaratılması her halde imam hatip okullarının ekonomi kürsülerinde öğretiliyor.

İşletmenin girdilerinde akaryakıt, doğalgaz, elektriğe ödenen faturanın yükselmesi ile bırakın Türkiye’deki vatandaşın gönenç düzeyinin gerilemesini, üretim maliyetindeki artışla dış ticarette rekabet nasıl sağlanır?

Aklı sıra AKP hükümeti, “enflasyonda gerileme varken zam yapmanın tam sırası” mantığı ile bindiği dalı kesmiyor mu? AKP’nin bindiği daldan tepetaklak düşmesine sevinemeyiz.. Çünkü olan sonuçta Türk halkına olacak!

10 Eylül 2009 Perşembe

Toplumsal Zeka

Kurnazlık, geri kalmış toplumlara özgüdür


Zülfü Livaneli


Almanya’nın geniş otobanlarında yol alıyorduk. Baktım ki otomobiller yavaşlıyor ve yolun iki yanına diziliyorlar, orta şerit boş kalıyor.

Ne olduğunu anlamadım ama biz de öyle yaptık. Beklemeye başladık. Yolun ortası bomboş ama hiç kimse oraya direksiyon kırmıyor. Kuyrukta sakin sakin bekliyor.

Biraz sonra durumu öğrendik. İleride bir kaza olmuş, yol tıkanmış. Böyle durumlarda Alman sürücüler fermuar ilkesini uygular ve iki yana çekilerek yolu polisler, ambulanslar ve çekiciler için serbest bırakırmış.

Gerçekten de biraz sonra o bomboş yoldan polis arabaları ve ambulanslar neredeyse iki yüz kilometre süratle geçip gitti. Önlerinde hiçbir engel yoktu.

Çok geçmeden yol açıldı, bütün araçlar hareket ederek gideceği yere vaktinde ulaştı.

Anlattığım; bir toplu zekâ örneğidir.

Alman sürücüler bu toplu zekâya sahip oldukları için sorun daha çabuk çözüldü ve daha çabuk hareket ettiler.

Oysa hepsi tek tek kurnazlık etmeye çalışıp orta şeridi kullansaydı, otobanın tıkanıklığı saatlerce sürerdi ve hepsi zarar görürdü.

Bu örnekte görüldüğü gibi durmadan kurnazlık eden bireylerin oluşturduğu bir toplum iyi işlemez.

Çünkü kurnazlık, toplu çıkara, toplu zekâya aykırıdır.

Bireylerin, dönen toplum çarkları içinde birer dişli olmayı kabul etmeleri gerekir. Zekâ bunu gerektirir ve çarklar ancak böyle işler.

Bir örnek daha vereyim:

Bin kişilik bir sinema salonunda yangın çıktığını düşünün.

Sinema müdürü anons ediyor, kimsenin paniğe kapılmamasını, ilk sıradan başlayarak salonun boşaltılacağını, böylece herkesin kurtulacağını söylüyor.

Bu plana uyan herkes kurtulur.

Ama seyirciler bir an önce kendi canlarını kurtarmak için kapıya atılırlarsa büyük bir tepişme yaşanır ve üç beş kişi dışında herkes can verir.

Organize toplumlarla, geri kalmış toplumların temel farkı buradadır.

Geri kalmış toplumlar kurnaz bireylere, ileri toplumlar ise kurnazlığı aklına getirmeyen ve kurallara uyan yurttaşlara sahiptir.

Demokrasi de ancak böyle toplumlarda yürür.

Öbür türlüsü; en kurnaz olanın başa geçip kendi menfaatlerini toplum menfaati olarak yutturmasından ibarettir.

Yani bir çeşit diktatörlüktür.

Unutmayın ki her zaman sizden daha kurnaz biri çıkar.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Meydanı Bırakmayalım

Baykal, Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı ve 'Meydanı bırakmayalım' diye seslendi.

CHP Genel Başkanı Baykal, Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı: Bu kadar kolay meydanı bırakmayalım. Bunlar sonuna doğru geliyor. 1.5 yıllık ömürleri kaldı

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Star nasıl özel bir televizyon, Kürtçe yayın yapan Star gibi bir televizyonda da kurulabilir, kurulmalıdır. İktidarı Kürt açılımı konusunda yalnız bırakmak, ona yapılabilecek en büyük iyiliktir. Kendine gelmesini sağlamak, şok tedavisi yapmak lazım. Bu kadar kolay meydanı bırakmayalım. Bunlar sonuna doğru geliyor. 1.5 yıllık ömürleri kaldı. Dişinizi sıkın, enseyi karartmayın, postu deldirmeyin” dedi. Star TV’de Uğur Dündar’ın sorularını yanıtlayan Baykal, özetle şu mesajları verdi:

STAR GİBİ TV KURULABİLİR: Ben bu TRT 6’ya karşı çıktım. TRT 6 neydi? Devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapmak. Star nasıl özel bir televizyonsa, Kürtçe yayın yapan Star gibi bir televizyon da kurulabilir, kurulmalıdır. İmkan yoksa o konuda da yardımcı olunabilir sessizce. Doğrudan sorumluluk üstlenmeden vergi kolaylıkları getirilir.

ŞOK TEDAVİSİ LAZIM: Türkiye batar diye bir telaşım, bir vehmim yok buna izin vermeyeceğiz tabii, hiç kuşku yok. Bu batmaz diyenler, ‘hadi çekil sen de, bu yolun sonunun ne olduğunu biliyorum’ dediğimiz için, milletçe dediğimiz için bölünmeyecek Türkiye. Yoksa onların kafasında hep beraber girsek, Türkiye diye bir şey kalmaz ortada. Bu sürecin sahibi, sorumlusu iktidardır.

DİŞ GEÇİRME: Anayasa Mahkemesi’nin de ayrı bir hukuku var zaten. Yargıtay, Danıştay ve HSYK’yı adam etme, bunları kontrollerine alma, dişlerini bunlara geçirme mücadelesi içindeler. Giderayak şimdi bunu yapıyorlar. Gidecekler. Yolun sonu gözüktü. Bizim bir görevimiz var. Yani ortada kala kala bir CHP kaldı Uğur Bey. Görevimizin üstünden geleceğim. Yeter ki dirensin insanlar. Bu kadar kolay teslim olmasınlar.

Bekir Coşkun'un İstifası

Hürriyet Gazetesinin en etkili yazarlarından Bekir Coşkun istifa etti. Coşkun, istifasını GAZETEPORT’a açıkladı ve "17 yıldır çok mutlu bir biçimde çalıştığım gazetemden ayrıldım. Kırgınlığım yok, herkese teşekkür borcum var" dedi. Coşkun’un Habertürk Gazetesine geçmesi bekleniyor.
Coşkun’un, aniden izne çıkması ve yazılarına ara vermesi medya sektöründe çalkantılara neden olurken, sabah saatlerinde Coşkun’un istifa yolunda olduğu haberi GAZETEPORT’ta yer alınca gelişmeler de hızlandı. Cunda adasındaki yazlığında bulunan Coşkun, önce gazetesi ile arasında bir sorun olmadığını belirtti ve "Genel bir hava vardı, onun için izne çıktım. Benim hakkımda şimdi bir şey söylemek, yazmak yanıltıcı olur" demekle yetindi.

EVET İSTİFA ETTİM
Akşam saatlerinde ise Coşkun kararını kesinleştirdi ve Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ile telefonla görüşerek istifa kararını bildirdi. Coşkun GAZETEPORT’a şu açıklamayı yaptı:
"17 yıldır görev yaptığım Türkiye’nin en etkili gazetesinden istifa ettim. Bu kararımı Ertuğrul Özkök’e bildirdim. Kalmam için çok ısrar etmesine rağmen kararım kesindi ve uyguladım. Hürriyet’te zor günlerde birlikte olduk şimdi veda ediyorum."


BARDAĞI NE TAŞIRDI?
Ankara’da bir süredir Coşkun’un Hürriyet’teki yazılarına müdahale edildiği özellikle hükümet aleyhinde yazı yazmamasının istendiği öne sürülüyordu. Coşkun’un yakın dostları ‘’ Yazıları makaslanmaya başlandı. Hükümeti eleştirmemesi bazı isimler aleyhinde yazmaması isteniyordu. Coşkun, iki sene önce Emin Çölaşan’ın seyrettiği filmi izlemeye başladı’’ dediler. Coşkun ise istifasının nedeni olarak GAZETEPORT’a şunları söyledi:
‘’ Ben kararımı 15 gün önce verdim ama bunu kimseyle paylaşmadım. İstifama şu konu neden oldu diyemem ama AKP iktidarı olduğu sürece, hiçbir gazeteci, yazar, muhabir ve hatta matbaa işçisi, akşamları başını mutlu biçimde yastığa koyamaz’’

"HABERTÜRK’TE DOSTLARIM VAR"
Coşkun, "Habertürk Gazetesi ile temasınız olmuş, orada mı işe başlayacaksınız?" sorusuna ise "Habertürk’te dostlarım var ve görüştüm. İnsan hayatında yeni bir heyecan, yeni bir başlangıç her zaman iyidir. Henüz net bir kararım yok. Benimle birlikte çalışmak isteyen dostlarım var. Gelişmelere bakacağım" dedi.
Coşkun "Bazı dedikodular da kulağıma geldi. Ertuğrul Özkök’ün umreye gitmesine karşı çıkmışım. Tam aksine çok akıllıca bir iş yaptı. Yazısını beğenerek okuyorum, İslam aleminin bu yazılardan alacağı çok ders, öğreneceği çok şey var" dedi. (GAZETEPORT)

4 Eylül 2009 Cuma

GIRGIR Kapak



"Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır."
Mustafa Kemal ATATURK

3 Eylül 2009 Perşembe

Türk Telekom'un Kazıkları

Bir ev telefonundan 3.90 YTL lik görüşme yapılıyor. Telefon faturasının TOPLAM tutarı 19.25 YTL oy oy oy bu ne. Bu ne biliyor musunuz? Kış uykusuna pardon kış uykusuna değil koyun uykusuna yatırıldığımızın aslında yattığımızın resmidir. Sabit ücret: 10,43 Ytl.. bu rakam her konuşsanda konuşmasanda faturana yansıtılıyor...

Kdv matrahı : 14.54 bu ne anlam taşıyor vallahi billahi bilmiyorum. Katma Değer Vergisi : 2.62 üsteki kdv ile alttaki sanki aynı biri diğerinin kısaltılmış hali. Neden ikisi de kısaltılmış olarak yazılmamış. Yada ikisi de uzun hali ile yazılmamış Özel iletişim vergisi : 2.18 -------------------------------------------------------- Toplam uyuma Parası : 19.25 Aslında Telekom Panikte. Çünkü vatandaş uyanıyor. Sabit telefonlar birer birer iptal ediliyor. Bu nedenle reklâmlara başlamış Telekom. Ama yılda 2 milyar dolar kar yapıyormuş Telekom. ...... Şimdi ünlü komedyen standalp uzmanı bu özelliğini halkı kandırmak için kullanıyor. CEM YILMAZ bu işten iyi para kazanmışa benziyor. (YENİ NUMARASI 11811) Kontrol ettik, 118 den bilinmeyen bir numaranin ögrenilmesi icin en az 60 saniye gerekiyor. Yani 8 kontor. Baska bir deyisle eski parayla dörtmilyonücyüzyirmibin TL. Bir numara ögrenmek için Lübnanli sirkete bu kadar para ödüyorsunuz. Türk Telekom Soygunu 118 ve 133 e dikkat !.. Turkçede buna resmen soygun hatta dolandiricilik denir. Özel Türk Telekom Servisleri Servis Numarasi ve kontur fiyatlarini okuyun da milletin nasil gizlice soyuldugunu gorun . Bu numaralar 110, 112, 121, 122, 123, 124, 126, 154, 155, 156, 158' 'i ararsaniz ücretsiz 113, 153, 163, 166, 169, 174, 175, 176, 179, 180, 181' 'i ararsaniz 60 saniyede atacak bir kontur icin icin 72.000TL . 185, 186, 187, 188, 189, 114, 117, 119, 130, 170, 171, 172, 173, 178, 182, 183, 184' 'u ararsaniz,15 saniye icin 288.000 TL. Simdi SIKI durun !.. 118' 'i ararsaniz 8 saniyede bir atacak kontur icin tam 540,000 TL, v! e 133' ' u ararsaniz 3.6 saniyede atacak bir kontur icin 1.200.000 TL, Dikkat ederseniz bilinmeyen numaralari aradiginizda dakikalarca bekletirler. Sürekli olarak banttan ' hatlarimiz dolu bekleyin' talimati verirler. Buna resmen dolandiricilik denir.. Turkiye''de bilinmeyen numaralari sormanin bu kadar pahali oldugunu Kim biliyor? Insanlarin bilgilenmek icin kullandiklari ve dunyanin her yerinde bedava olan bu kamu yararina hatlarin fahis fiyatlarda olmasi talimatini kim verdi?.Bu yazidan sonra hala bilinmeyen numaralari aramak istiyorsaniz cebinize dikkat edin bilinmeyen numaralar için alo118.com u kullanin Siz hala 'ALO' diyebiliyor musunuz..? EKONOMIST dergisinde yayinlanan bilgilere göre Ev Telefonlarini Kapatma Zamani geldi. Türk Telekom'un konusma ücreti/dakika 81.400 TL. oldu. GSM sirketlerinde bu rakam neredeyse benzer. 99.846 TL. Evden Cebi ariyorsaniz ödeyeceginiz 407.000 TL . Oysa GSM'den evi ararsaniz dakikasi 297.521 TL. Yeni patron getirdigi 'Milli Güvenlik riski' yaninda Türk Milletini de 'APTAL' yerine koyuyor anlasilan.