24 Aralık 2008 Çarşamba

Bu unutulur mu? (Unuttuk maalesef)

Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü.

Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi.

Kampın tam adı, 'Seydibeşir Kuveysna Osmani Useray-I Harbiye Kampı' idi.

Bu kampta, 1918'de Filistin Cephesinde esir düşen 16. tümen'in 48. alayı'na bağlı
Osmanlı Askerleri tutuluyordu.



********



12 Haziran 1920'ye kadar

Iki yıl boyunca

Her türlü işkence, eziyet, ağır hakaretler ve aşağılamaya maruz kaldılar.



********



İnsanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…



********



Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların

Yalan yanlış çevirileri ve

kışkırtmaları nedeniyle,

kampların İngiliz komutanları,

azılı Türk Düşmanı haline

gelmişlerdi.



********



Savaş bitmişti.

Ancak,

Kamptaki ağır koşullar nedeniyle

ölenler dışındaki askerleri

Teslim etmek,

İngilizlerin işine

Gelmiyordu.

Çünkü,

olası yeni bir savaşta,

Bu askerlerin

Yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından,

İngilizlerin beyinlerine işlenmişti.



********



Çözüm

Toplu katliamdı…

Askerlerimiz,

Mikrop kırma bahanesiyle,

süngü zoruyla

Dezenfekte havuzlarına sokuldu.

Ancak;

Suya normalin çok üzerinde

'krizol' maddesi

katılmıştı..

Mehmetçik,

Suya daha ayağını soktuğunda,

aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu.

Ancak,

İngiliz Askerleri,

dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı.



Mehmetçikler,

Bellerine kadar gelen suya başlarını sokmak istemediler.

Ancak,

Bu kez İngilizler havaya

(başlarının üzerine)

ateş etmeye başladı.

Askerlerimiz,

ölmemek için,

çömelerek başlarını suya soktular.

Ancak,

başını Sudan kaldıran artık göremiyordu.

Çünkü gözleri yanmıştı…



********



Dışarı çıkanların halini gören

sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi

Ve 15 000 (15 bin) askerimiz

kör oldu.

Bu vahşet,

25 Mayıs 1921 tarihinde

TBMM.' de görüşüldü.

Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler

Bir önerge vererek,

Mısır'da esirlerin

Krizol banyosuna sokularak,

15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini,

Bunun faili olan

İngiliz doktor,

Garnizon Komutanı ve

Askerlerin

cezalandırılması için,

TBMM' nin teşebbüse geçmesini istediler.



********



Ancak,

Yeni kurulan devletin bin türlü derdi vardı.

Ağır sorunlarla uğraşan TBMM' de

Bu hesap sorma işi

Unutuldu gitti.

Ama onlar

Unutmuyorlar…





Kendi ihanetlerini bile

soykırım ambalajına sarıp,

dünya kamuoyuna

Sunuyorlar.





En üzücü olanı da

Malum birilerinin,

Bu karalama kampanyalarına

çanak tutması…



********



ERMENİLER SOYKIRIM YAPILDI DİYE DÜNYAYI AYAĞA KALDIRIRKEN BİZİM TARİHİMİZDEN HABERİMİZ YOK.!!!

23 Aralık 2008 Salı

Benzinin vergisi yüzde 409'a çıktı

Kriz Türkiye'ye teğet geçtiydi geçmediydi derken, gözden kaçan "ince bir nokta"...

EKONOMİK kriz, döviz, borsa, faizler, işsizlik, cari açık, büyüme, kapanan işyerleri, piyasalardaki durgunluk, teğet geçtiydi geçmediydi derken, gözden kaçan "ince bir nokta" var.

Temmuz 2008'de, benzinden alınan vergilerin rafineri çıkış fiyatına oranı, yüzde 180 idi.

17 Aralık 2008'de yani dün itibariyle, benzinden alınan vergilerin, rafineri çıkış fiyatına oranı yüzde 409!..


REKORUN DA REKORU

Benzinden alınan vergide "dünya rekoru" yıllardır Türkiye'ye ait.

Yüzde 409 oranı ise, rekorun da rekoru!..

Tabloya bakıyoruz;

8 Temmuz 2008'de, benzinin rafineri çıkış fiyatı: 1.13 YTL

Alınan vergilerin toplamı (ÖTV + KDV): 2.03 YTL

Vergilerin rafineri çıkış fiyatına oranı: (Yüzde) 180

17 Aralık 2008'de, benzinin rafineri çıkış fiyatı: 0.47 YTL

Alınan vergilerin toplamı: 1.92 YTL

Vergilerin rafineri çıkış fiyatına oranı: (Yüzde) 409

BENZİN BEDAVA OLSAYDI

Vergi yükünün en büyük dilimini, litre başına sabit olarak alınan (1.49 YTL) Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oluşturuyor. Ayrıca ÖTV'nin de yüzde 18 KDV'si (0.39 YTL) alınıyor. Yani bugün itibariyle benzin bedava olsa ve rafinerici, dağıtıcı, nakliyeci, bayi mal ve hizmet bedeli olarak hiç para almasa dahi, vergiler nedeniyle benzinin litresi, 1.92 YTL'den az olmayacak.

Tablo-II'den de fark edileceği gibi, bugün itibariyle 2.78 YTL olan benzinin pompa satış fiyatının, sadece 0.47 YTL'si rafineri satış fiyatı. 0.39 YTL de bayi payı, dağıtıcı ve nakliye. Aslan payı da 1.92 YTL olan vergiler.

Buna göre örneğin rafineri satış fiyatı yüzde 50 düştüğünde (özellikle vergiler nedeniyle) pompaya yüzde 10 yansıyor. Akaryakıt fiyatları düştükçe, rafineri çıkış fiyatı da düşüyor. Ancak ÖTV düşmediği için, pompa satış fiyatına çok az yansıyor.

BİR DENGESİZLİK DAHA

ÖTV olayında bir başka dengesizlik de benzin ve motorindeki farklı uygulamayla ilgili.

Benzin ve motorinde ÖTV tablodaki gibi.

Benzin: 1.491,50 YTL/m3

Düşük kükürtlü motorin:

1.004,50 YTL/m3

Yüksek kükürtlü motorin:

934.50 YTL/m3

Motorinde, ülke talebinin yüzde 45'i ithalatla karşılanıyor. Benzin tüketimi ise üretimden az olduğu için, üretimin yüzde 50'si ihraç ediliyor. İthal olayı da cari açığımızı olumsuz yönde etkiliyor. Çoğunluğu yabancı bayraklı tankerlerle yapılan taşımalara da yersiz navlun ödenerek, yurtdışına kaynak aktarılıyor.

Motorin lehine olan vergilendirme nedeniyle, yüksek oranda ithal edilen motorinin tüketimi son 3 yılda yüzde 23.7 artarken, benzin tüketimi aynı dönemde yüzde 12.7 azaldı.

Oysa, motorin ile benzinin ÖTV'si (benzin aşağı çekilip, motorin artırılmak suretiyle) eşitlense, hem ÖTV hasılatı azalmaz hem de cari açığın aşağı çekilmesine katkı sağlanmış olur.

Türk malı kullan, çocukların işsiz kalmasın


ANKARA Ticaret odası’nın başlattığı anlamlı bir kampanya var:
"869'u AL Çocuğun İşsiz Kalmasın"

Bu kampanya barkodu 869 ile başlayan ürünlerin alınması yönünde vatandaşlarımıza çağrı yapıyor !

PPT sunuşunu indirmek için tıklayın...

Hiç kızmayalım işsiz kalıyoruz diye.

Hala ithal arabalar Türkiye'de satıyor ve biz saflar alıyorsak. Neden Türkiye'de otomotiv sektörü işçi çıkarıyor düşünmeyelim.
Hala ithal deterjan kullanıyorsak yerli daha kaliteli ve ucuzu yerine ...
Hala ithal TV, çamaşır makinası, fırın alıyorsak yerli Arçelik, Vestel, Beko yerine...
Hala ithal sakız, çikolata alıyorsak yerli daha güzeli yerine...
Hala ithal pantolon, gömlek, ayakkabı alıyorsak yerli daha kaliteli yerine...
Hala devlet adamların, bürokratların siyasetçilerin makamam arabalarının, eskort arabalarının hepsi ithalse, yerli 7 araba üreticisi olmasına ve Türk işçisi, mühendisi bunlara alın teri dökmesine rağmen ...

Hiç şikayet etmeyelim ihracat neden 90 milyar dolar ithalat 155 milyar dolar açık neden 65 milyar dolar diye.
Hiç şikayet etmeyelim neden işsiz vatan evladı bu kadar diye.

PowerPoint slayt sunuşunu indirmek için buraya tıklayın...




Bu mesajı yayalım ve uyanalım...

21 Aralık 2008 Pazar

Kriz ne zaman biter?


İSMET BERKAN 21/12/2008 ismet.berkan@radikal.com.tr

Bu aralar Alan Greenspan'in hatıralarını okuyorum. Sanıyorum Türkçesi Boyner Yayınları'ndan çıktı, 'Türbulans Çağı.'

Tabii Greenspan 70'li yıllardan beri Amerikan hükümetinin içinde karar verici rollerde yer almış bir kişi olduğu için ve ayrıca bugün yaşadığımız küresel ölçekteki krize yol açan ortamı oluşturmakla suçlandığı için, okumakta geç kaldığım bu kitap benim daha da ilgimi çekiyor.
Greenspan, ekonomik krizlerle ilgili, o krizin şiddetini ölçmekle ilgili ilginç bir benzetmeye başvuruyor. Artık Türkiye'de bile öğrendik, okyanuslarda oluşan ve karadaki yerlerşimleri vuran kasırgalar için 1'den başlayıp 5'e ulaşan bir şiddet ölçeği kullanılıyor. Greenspan aynı ölçeği ekonomik krizlere uyarlamış.

Ona göre ekonominin bir yerinde her zaman bir kriz vardır, dünyanın bir yerinde her zaman fırtına olduğu gibi. Bir şirket ödemelerini yapamaz, tedarikçileri ve müşterileri de onunla birlikte batar vs. Bu en alt kriz seviyesi, 1 (bir).

Yine Greenspan'e göre, özel olarak bankalar sisteminde, genel olarak ise ödemeler sisteminde karşılıklı güvensizlik oluşur ve kimse kimseye bir geceliğine bile olsun borç vermemeye başladığında, buna bir de tüketicilerin ekonominin geleceğe güvensizliği eklenip kimse para harcamamaya başladığında oluşan kriz ise en yüksek seviye olan 5 seviyesindedir. Bu krize 'Mükemmel fırtına' adının takılması boşuna değil anlayacağınız.
***
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan istediği kadar dünyayı kendi pembe gözlüklerinden görsün, istediği kadar dünyadaki krizin 'ekonomik kriz değil finansman krizi' olduğunu söylesin, bal gibi bir ekonomik krizdeyiz.

Krizin neden ve nasıl çıktığını bilmeyen kalmadı ama bir şeyi tekrarlamam gerek: Kriz, varlık fiyatlarının fazlasıyla şişmesi ve sonra da bu balonun patlamasıyla oldu.

Peki şişen varlık fiyatları neydi? Sadece ev fiyatları değildi şişen, şirket fiyatları, yani borsalar da şişmişti. Nitekim krizin önce borsaları vurması, ülkemiz dahil dünyanın her yerinde devasa şirketlerin defter değerlerinin birden bire bir yıl önceye göre komik seviyelere inmesi bu yüzden.
Şu son birkaç ayda, Türkiye dahil dünyada şirketlerin değerleri inanılmaz ölçülerde düştü.
***
Daha krizin belki de ortasına bile varamadık ama her yerde krizin ne zaman biteceği konuşuluyor.

Tamam, bunu tahmin etmeye çalışmakta hiçbir mahsur yok ama benim merakım şu: Ne olduğunda krizin bittiğini söyleyeceğiz?

Genellikle dip noktaya varıldıktan sonra bir düzelme, bir iyimserlik başladığında krizlerin de bittiği söylenmeye başlanır ama bu doğru değil.

Gerçekte kriz, varlık fiyatları kriz öncesindeki değerine dönmeden bitmiş olmayacak. Eski servetler yerine konmadan kimse kendini krizden çıkmış gibi görmeyecek.

Geçen yıl 1 milyon dolara satın alınan bir evin değeri yeniden bu seviyeye (enflasyon düzeltmesini unutmayın) gelmeden, o evin sahibi için kriz bitmez.

Aynı şekilde, şirketlerin değerleri de kriz öncesi seviyelere ulaşmadan o şirketlerin sermayedarları için kriz bitmiş olmayacak.

İş şirket değerlerine gelince çatallanıyor. Mesela Japonya'da 1990 krizi sonrası bankaların defter değerleri aradan 18 yıl geçmesine rağmen kriz öncesine dönmedi. Ve şimdi aynı bankalar yeni bir krizle karşı karşıya.

Acaba Amerikan bankaları eski değerlerine ne zaman geri dönecekler? Ya Türk bankaları? Bankalar için '10 yıldan az olmaz' deniyor. Tabii bu herhangi bir veriye dayanmayan bir tahmin ama karamsarlığın boyutu da bu yani.

Peki ya banka dışı şirketler ne zaman eski değerine dönecek? Bir tahmin yapmaya imkân yok elbette ama bunun zaman alacağı da belli.

18 Aralık 2008 Perşembe

Cep telefonu olanlar fişleniyor

Kaynak: MANSUR ÇELİK, Ankara (www.msn.com.tr)

Türkiye Bilgisayar Mühendisleri ve Programcıları Derneği Başkanı Sönmez, telefon sahibinin adının, soyadının, hatta gittiği yerlerin bile kaydının yapıldığını söyledi

TBMM Telekulak Komisyonuna bilgi veren, Türkiye Bilgisayar Mühendisleri ve Programcıları Derneği Başkanı Yılmaz Sönmez, cep telefonlarının yaydığı sinyal cihazlarından telefon sahibinin adının, soyadının, hatta gittiği yerlerin bile kaydının yapıldığını söyledi. Sönmez, “Yani, artık cep telefonu olan herkes fişleniyor” dedi.
Komisyonun 2 Aralık’ta yaptığı toplantının tutanakları şöyle:
SÖNMEZ: Sinyal bilgilerinin tespiti. Bu da Türkiye’de alenen yapılıyor. Yani, artık, Türkiye’de 70 milyon insanın nereye gittiği...
BAŞKAN HAKKI KÖYLÜ: Yani, bunu kolluk güçlerinin dışında başkaları da mı yapıyor?
SÖNMEZ: Bu kaydediliyor. Herkes fişleniyor mu desek özellikle. Yani herkes, cep telefonu olan kişi, adı, soyadıyla birlikte login kaydı olarak fişleniyor.
SÖNMEZ: 60-70 bin dolarlık bir takım frekans tespit cihazları var. Uyducular çok kullanıyor. Her eve çanak kuruyorlar mesela. Havadaki frekansı yakaladığınızda indiriyorsunuz laptopunuza. Atıyorum 555 741’li bir numarayı seçiyorsunuz havada, o yayındaysa indiriyorsunuz ve bilgisayarınıza kaydediyorsunuz.
Bu pasif dinleme gibi gözüküyor ama, havadaki sanal bir frekansı tespit etmek. Bunu genelde büyükelçilikler yapıyor gibi görüyorum, düşünüyorum. Çünkü, bazen bakıyorum antenlerine, bu GSM anteni diyorum, ne yapıyor bu anten burada diye.
Sönmez’in “Şimdi, bu komisyondaki Önder Sav’ın cep telefonuna yüklendiği söylenen yazılım nereden gelmiş? Gene GSM şirketi vasıtasıyla cep telefonuna yüklenmiş olarak gözüküyor. Şimdi, bunu kim yükledi, bunun suç ortağı kim? Bir GSM şirketi örneğine bakarsanız” diye konuşmasına AKP’liler tepki gösterdi.
AKP Samsun Milletvekili Suat Kılıç, mahkemenin dinlenme olmadığına dair kararı bulunduğunu belirtince Sönmez, “Yanlış anlaşılmışsam özür dilerim” dedi.

Mertlik öldü
Sönmez, cep telefonlarına sahibinin haberi olmadan gönderilecek bir mesajla da dinleme yapılacağını söyledi. Sönmez, “Şu an odanın içinde ne kadar cep telefonu varsa, bütün sinyaller bize en yakın baz istasyonuna kayıtlanıyor. Yani, artık cep telefonu olan herkes fişleniyor” dedi.

3 Aralık 2008 Çarşamba

Pakistanlı bir Bilim Adamının Yazısı

Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi var, Kuzey ve Güney Amerika'da yedi milyon, Asya'da beş milyon, Avrupa'da iki milyon ve Afrika'da 100,000 kişi. Tek bir Yahudi'ye 100 tane Müslüman düşmektedir. Buna rağmen Yahudiler tüm Müslümanların toplamından yüz kez daha güçlüdürler. Nedenini hiç merak ettiniz mi?

Tüm zamanların en etkin bilim adamı ve Time dergisi tarafından 'Yüzyıl'ın Adamı' seçilen Albert Einstein bir Yahudi'ydi. Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Yahudi'ydi. Karl Marx, Paul Samuelson ve Milton Friedman da öyle. İşte size ürettikleriyle tüm insanlığa zenginlik katmış olan Yahudilerden bazıları:

Ø Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini verdi.

Ø Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını geliştirdi.

Ø Albert Sabin çocuk felci aşısını daha da geliştirdi.

Ø Gertrude Elion lösemiye karşı ilacı verdi.

Ø Baruch Blumberg Hepatit B aşısını geliştirdi.

Ø Paul Ehrlich frengiye karşı bir tedavi buldu.

Ø Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili çalışmalarıyla Nobel ödülü kazandı.

Ø Bernard Katz nöromüsküler iletişim (kas-sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı.

Ø Andrew Schally endokrinoloji (metabolik sistem rahatsızlıkları, diabet, hipertiroid) Aaaron Beck Cognitive Terapi (akli bozuklukları depresyon ve fobi tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemi) geliştirdi.

Ø Gregory Pincus ilk doğum kontrol hapını geliştirdi.

Ø Gerald Wald insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı.

Ø Stanley Cohen embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı.

Ø Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yarattı.

Müslümanlar da dahil tüm hastalar Yahudilerin; bu buluşlarından yararlanıyor, sağlığına kavuşuyor.

Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını, Benno Strauss paslanmaz çeliği, Isador Kisse sesli filmleri,Emile Berliner telefon mikrofonunu ve Charles Ginsburg videotape kayıt makinesini geliştirdi. Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti. Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi. Son 105 yılda 14 milyon Yahudi bilim dalında 100 ün üzerinde Nobel ödülü kazanırken, 1.4 milyar Müslüman yalnızca üç Nobel kazandı. Neden Yahudiler bu kadar güçlü ?

Yahudi inancına bağlı ünlü yatırımcılar; Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi's Jeans), Howard Schultz (Starbuck's), SergeiBrin (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayar), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins ( Baskins & Robbins ) ve Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts ).

Yale Üniversitesi'nin Başkanı Richard Levin bir Yahudidir.

Harrison Ford, George Burns, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Woody Allen, Paul Newman, Peter Sellers, Dustin Hoffman, Michael Douglas, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner, Jerry Lewis ve Peter Falk'ın da Yahudi olduklarını biliyor muydunuz ?

Yönetmenler ve yapımcılar arasındaki Yahudiler: Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3), Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One FlewOver The Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters), Kohen Kardeşler,William Wyler. William James Sidis, 250-300 lük I.Q. derecesiyle dünyanın gördüğü en parlak insandır. Bilin bakalım hangi dine mensuptur?

Soru: Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür? Cevap: Eğitim (Sorgulayıcı, Araştırıcı, Yaratıcı)

Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür? Cevap: Yanlış Eğitim veya Sıfır Eğitim (Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci)

Gezegenimizde yaklaşık 1.476.233.470 Müslüman yaşamaktadır. Asya'da 1 milyar, 400 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa'da, ve 6milyon Amerika kıtasında. Toplam dünya nüfusu içinde her beş kişiden biri Müslümandır. Her bir Hindu'ya iki Müslüman düşmektedir, her bir Budist'e karşılık iki Müslüman vardır ve her bir Yahudi'ye karşılık 100 adet Müslüman bulunmaktadır.

Müslümanların bu kadar kalabalığa rağmen neden güçsüz olduklarını hiç merak ettiniz mi? Nedeni şudur; İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi vardır ve ülkelerin tümünde 500 adet üniversite bulunmaktadır. Üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Sadece ABD'de 5.758 üniversite vardır. 2004 yılında Shanghai Jiao Tong Üniversitesi' Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi' hazırlamış ve ilginçtir ki Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500 e giren üniversite yoktur. UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı neredeyse % 90 ve bunlardan 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkede okuma-yazma oranı % 100 dür. Müslüman dünyasında buna çok zıt bir durum olarak bir ülkenin okuma-yazma oranı yaklaşık % 40 olup, % 100 okur-yazar oranına sahip bir Müslüman ülke yoktur.

Hıristiyan dünyasındaki 'okur-yazar' ın% 98'i ilkokulu bitirmişken, Müslüman dünyasında bu oran % 50dir. Hıristiyan dünyadaki okur-yazarların % 40'ı üniversite mezunudur ve bu oran Müslüman dünyasında %2'yi geçememektedir.

Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı 230 olup her bilim adamına düşen Müslüman sayısı 1 milyon kişidir. ABD her 1 milyon Amerikalıya karşılık yaklaşık 4000 bilim adamına, Japonya 5000 bilim adamına sahiptir. Tüm Arap dünyasındaki tam-zamanlı çalışan araştırmacı sayısı 35.000 kişidir ve her bir milyon Arap nüfusa 50 teknisyen düşmektedir. (Bu sayı Hıristiyan dünyasında bir milyon kişiye 1000 teknisyendir.) Ek olarak İslam dünyası gayrı safi milli hasılasının yalnızca % 0.2 sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırmaktayken Hıristiyan dünyası % 5 oranında araştırma-geliştirme fonu ayırmaktadır.

Sonuç:İslam dünyası bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur.

1000 kişiye düşen günlük gazete sayısı ve bir milyon kişiye düşen kitap çeşidi bilginin toplum içine yayılıp yayılmadığının iki önemli göstergesidir. Pakistan'da 1000 kişiye 23 günlük gazete düşerken bu sayı Singapur'da 360 dır. İngiltere'de her 1000 stand için 2000 çeşit kitap bulunurken, Mısır'da kitap eşidi 20 dir.

Sonuç: İslam dünyası bilgi yayılmasını gerçekleştirmekte başarısızdır.

Bilgi uygulamasının önemli göstergelerinden biri ileri teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki oranıdır. Pakistan'ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran % 1, Suudi Arabistanın % 0.3, Kuveyt, Fas, ve Cezayirin aynı şekilde % 0.3tür. Singapur'da bu oran % 58 'dir.

Sonuç: İslam Dünyası bilgi uygulamasını gerçekleştirememektedir.

Neden Müslümanlar güçsüzdür? Çünkü bilgi üretmiyoruz.

Neden Müslümanlar güçsüzdür? Çünkü bilgiyi yayamıyoruz.

Neden Müslümanlar güçsüzdür? Çünkü bilgiyi uygulamıyoruz.

Ve gelecek bilgi-temelli toplumlara aittir.

İlginçtir, OIC üyesi 57 ülkenin gayrı safi milli hasılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. ABD, tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte, Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3.8 trilyon dolar ve Almanya 2.4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.) Petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar hep birlikte 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretmektedirler ve bunların çoğu petroldür. Mal ve hizmet üretimi İspanya'da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretim gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İslam Dünyasının gayrı safi milli hasılasının tüm dünya gayrı safi milli hasılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.

O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür? Cevap: Eğitim Yoksunluğu. Tam anlamıyla söylersek kaliteli eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek akılcı olmayan, din eksenli ve çağdışı eğitim.

Dr.Faruk Saleem

Yazar, İslamabad

2 Aralık 2008 Salı

Atatürk'ün Gerçek Ölüm Nedeni

Hafta sonu Ceyhan Mumcu'yu dinledim.
Konu AB'nin Kemalizm'e bakışıydı.
Konuşmasına Attila İlhan' i anarak başladı.
Onun aydınlanma etkinliklerine editörlük yaptığından söz etti.
'Parola vatan, işareti namus' sözünü yeniden gündeme getirisini anlattı.
Bu söz İzmir'de şehitlik anıtının ortasında Arapça harflerle yazılmış bir sözdü.
Attila İlhan o yazının tozlarını parmaklarıyla silmiş, yeniden gündeme taşımıştı.
Konuşmasının sonunda sorular - yanıtlar bölümüne geçildi.
Ceyhan Mumcu'ya Attila İlhan'ın bir dergide yayınlanan kendisiyle yapılan röportajda 'Atatürk'ün nasıl öldüğü araştırılmalıdır' dediğini anımsattım.
'Bu sözünü onun vasiyeti kabul etmek gerekir. Sizin bu konuda bir bilginiz var mi?' diye sordum. Aldığım yanıtı okurlarımla paylaşmak istiyorum:
Bir deniz tabip albayın bu konuda
yaptığı doktora tezi vardır.
Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır.

Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi. Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı 'kinin' yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü.
Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarindan Doktor Mim Kemal'dir.
Durumu iyice fenalaştıktan sonra
Celâl Bayar'ın ısrarı ile dışarıdan bir doktor getirilir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerinin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur.
İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona' da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı'na götürülmüştü.


Peki, nasıl oldu da sirozdan öldüğü açıklandı ve bütün yazılı kaynaklara da böyle girdi?
Büyük Millet Meclisinde ölüm raporu gündeme getirildi.
Mason locaları 1935'de kapatılmasına rağmen Mecliste hala mason milletvekilleri vardı.
Efendim, gençlerimize terbiye o lur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım' denir ve kabul edilir.
Arkasından Yeşilay icat edilir, tarih kitaplarına da böyle girer.
Ceyhan Mumcu'dan bunları duyduktan sonra ne yapmam gerekir diye düşündüm.
İlk işim bu bilgiyi okurlarımla paylaşmak.
Şimdi bu bilgiler elimizde ve biz çocuklarımızı terbiye edeceğiz diye, yüce önderimiz hakkındaki bu yalanla O'nu halkımızın gözünde küçültmeye devam edecekmiyiz?
Okul kitaplarından Atatürk'ü çıkartmak için elinden geleni yapan AB, bu düzeltmeyi yapmamıza izin verir mi?
Demek ki kendi kitaplarımızı kendimiz yazmak zorundayız.
En çok satılmakta olan 'Şu Çılgın Türkler' kitabi belli ki bir boşluğu dolduruyor.
Demek ki; halkımız şiddetle kendi tarihiyle ilgili doğru bilgilere ulaşma ihtiyacı duyuyor.
Neyse ki Türk ulusu ATATÜRK' ünü hâlâ çok seviyor, hiçbir yalan O' nu gözden düşüremiyor!
Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. [Mevlana]

Kanserliler, özel hastanelere para vermeyin

Buradan; öncelikle kanser hastalarını uyarıyorum:
Sakın ola ki bundan sonra gittiğiniz özel hastanelerde muayene parası, kan tahlili parası, film parası gibi adlar altında para vermeyin.
Çünkü bu tahliller, filmler, doktor muayenelerinin tümü bedavadır.
Tekrar ediyorum: Bedava tedavi sadece devlet hastaneleri için geçerli değildir. Özel sağlık kuruluşları da artık para alamazlar.
Bizzat yaşadığım bir olayı anlatayım: Bir okurum arayarak dedi ki: 'Eşim meme kanseri tedavisi görüyor. İstanbul'daki ..... isimli hastaneye kontrole götürdük. Çünkü; onkoloğu (kanser doktoru) orada çalışmaya başlamıştı. Burada onkologa muayene oldu ve doktorunun istediği kan tahlillerini bu hastanede yaptırdı: Filmler de orada çakildi. Bu hastane bizden üçte bir oranında dediği 760 YTL para aldı. Halbuki televizyo nlarda yer alan haberlerde kanser tedavisinin artık özel hastanelerde de bedava olduğu duyurulmuştu. Bu durumda bize yardımcı olur musunuz?'

SAĞLIK BAKANLIĞI'NA TEŞEKKÜRLER

Bu şikayeti doğrudan doğruya Sağlık Bakanı Prof. Dr. Recep Akdağ'a ilettim. Sayın Bakan; hem şaşırdı, hem de üzüldü. Dedi ki: 'Rıza Bey; 1 Ekim 2008 tarihinden itibaren hiçbir özel hastane, artık kanser tedavisi gören hastalardan para alamaz. Bu konuyu Başbakanımız özellikle takip ediyor ve çok hassas. Sözünü ettiğiniz hasta, faturaları bize yollasın. Ben hemen emir veriyorum. O hastane hakkında soruşturma açtıracağım ve alınan paraları da hasta sahibine geri verdireceğim.'
Gerçekten de iki gün içinde o ünlü hastane; hastadan aldığı parayı iade etmek zorunda kaldı.
Hastaların veya hasta yakınlarının şunu da bilmesi gerekiyor. Bu hastalıkların muayenesi de bedavadır. Yani; hastalar, doktor ücreti de ödemeyecektir. Yukarıda dile getirdiğim şikay ette; onkolog (kanser doktoru) tarafından yapılan muayene; hastane tarafından 'diyabet muayenesi' gibi gösterilerek 350 YTL alınmıştı. Hastane; bu parayı da geri vermek zorunda kaldı. Sanıyorum ki artık İl Sağlık Müdürlükleri hastaneleri daha ciddi biçimde kontrol edeceklerdir. Çünkü özel hastaneler; Bakanlığın aldığı son bedava tedavi kararının kendilerine gelmediğini ileri sürerek hastaları soymaya devam ediyorlar.
Buradan Sağlık Bakanı Akdağ'a hastalar adına teşekkür ediyorum. Çünkü; özel hastaneleri daha sıkı kontrol ettireceği sözünü de vermiştir.

HANGİ HASTALIKLAR BEDAVA TEDAVİ EDİLİYOR

Sadece kanser hastaları değil; vatandaşın altından kalkamayacağı kadar masraflı olan diğer tedaviler de artüık ücretsiz. Ücretsiz tedavi konusunda Sağlık Bakanlığı'ndan bize verilen bilgi şöyle:
'Sayın Zelyut
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa istinaden çıkarılan ve 1 /Ekim/ 2008 tarihinden itibaren yür ürlüğe giren en önemli hükümlerden birisi de genel sağlık sigortalısı hastalardan acil ve ciddi sağlık tehtidinin bulunduğu durumlar için sosyal güvenlik kurumu ile sözleşmeli özel sağlık hizmet sunucuları tarafından ilave ücret talep edilmemesidir. Bu durum acil haller için sosyal güvelik kurumuyla sözleşme yapmamış özel sağlık kuruluşları için de geçerlidir. Zaten kamu hastanelerince eskiden olduğu gibi herhangi bir ilave ücret alınmamaktadır. 1/Ekim/2008 tarihinden önce özel sağlık hizmet sunucuları diledikleri kadar ilave ücret alabilmekteydiler. Aşağıda yer alan liste ilave ücret alınamayacak ciddi sağlık tehditlerinin bulunduğu durumlardır.
1) Acil servislerde sunulan sağlık hizmetleri ile acil haller nedeniyle sunulan sağlık hizmetleri,
2) Yoğun bakım hizmetleri,
3) Yanık tedavisi hizmetleri,
4) Kanser tedavisi (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavileri),
5) Yenidoğana verilen sağlık hizmetleri,
6) Organ, doku ve hücre nakilleri,
7) Doğu msal anomaliler için yapılan cerrahi işlemlere yönelik sağlık hizmetleri,
8) Diyaliz tedavileri,
9) Kardiyovasküler cerrahi işlemleri

NE YAPACAKSINIZ?

Görüldüğü gibi acil servislerde, yoğun bakımda, yanık tedavisinde; kanser tedavisinde, yenidoğanda verilen doğum hizmetlerinde ve doğum anomalilerindeki cerrahi işlemlerde, organ ve doku nakillerinde, diyalizde ve kardiyovasküler cerrahi uygulamalarında vatandaş artık özel hastanelere fark vermeyecektir.
Eğer sizden bu hastalıkların teşhisi ve tedavisi için para alınmış ise; makbuzunuzla birlikte şikayetçi olacaksınız. Şikayetinizi de bir dilekçe ile Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürlüğü'ne yapacaksınız.
Sağlık Bakanlığı diyor ki: 'Sağlık Uygulama Tebliğdeki hükme rağmen ilave ücret alınması durumunda Sosyal Güvenklik Kurumu'nca özel sağlık kuruluşuna sözleşme iptali ve para cezaları uygulanacaktır. Sözleşmeye aykırı durumun tespiti açısından, vatandaşımız kendi adına sosyal güvenlik kurumunca özel sağlık kuruşuşlarına ödenen bedellerin dışında her ne ad altında olursa olsun kendi cebinden bir ödeme yapması durumunda, bu ödeme için faturasını detayları ile talep etmelidir. Ayrıca sözleşmeye aykırı durumların tespiti açısından Sosya Güvenlik Kurumunca gerekli denetimler kuşkusuz sürekli yapılacaktır.'
Okurlarıma tavsiyem şudur: Bu yazıyı lütfen, bu tür hastası olan insanlara iletin ki bazı açıkgöz hastane işleticilerinin haksız kazançları önlenebilsin.