28 Şubat 2009 Cumartesi

Unakitan Bey: Helvanızdan tatmak dileğiyle...

Pek bi sayın unlu gıdalardan mamul bastıbacak maliye bakanı, Hazreti Kemal
Unakıtan ,

Duyduk ki kalbiniz teklemiş. Ne üzüldük ne üzüldük bilemezsiniz. Size
yakışır mı yurt içinde anjiyo olmak. Ziyadesiyle mahcup olduk valla. Sizin
için, Amerikanın bilmem ne şehrindeki araştırmalara tüm dünyadan ünlü
kardiyologlar davet edilmeli. Dünya seferber olmalı. Teknolojiler sizin için
yeni cihazlar geliştirmeli ki dünyaya kazık çakasınız.

Siz bizim için çooook değerlisiniz. Çünkü:

-Sahte fatura düzenlemekten hakkındaki soruşturmadan “dokunulmazlık
“zırhıyla kurtulan ve maliye bakanı olabilen dünyanın tek primatısınız.

-Yavrucuğunuzun ithal ettiği mısıra bir gecede mecliste vergi dalaveresi
çevirtebilen ve ithalatın bitiminde tekrar vergiyi arttıran dünyadaki tek
yüzsüz maliye bakanısınız

-Başbakanınızın kıymetli mahdumunun kuyumculuk alanındaki işlerine yardımcı
olmak için elmas,pırlanta,yakut vs.gibi mücevhere % 0 (SIFIR), bebe sütüne %
8 kdv (kazıklı devlet vergisi) uygulaması başlatan dünyadaki tek yalaka
maliye bakanısınız.

-Ekonominin ağzına def-i hacet eden her türlü pisliğin altında adı, şanı
imzası bulunan dünyanın yegane maliye bakanısınız.

-Ülkemde, sosyal güvencesi olan bir vatandaşına, ucuz, ilaçsız, yaklaşık
400.-tl değerinde ve altı ayda tekrar tıkanan stent reva görülürken,
yurtdışına karar tetkikine gidebilen dünyanın en utanmaz maliye bakanısınız.

-Yaşanan büyük ekonomik krize rağmen ; bay-pas dahil tüm büyük ameliyatların
başarıyla yapıldığı ve modern donanımlı hastaneler mevcut iken, ülkenin
parasını Amerikalara yatırma lüksünü yaşayan dünyanın biricik pişkin maliye
bakanısınız.

-Ekonomi adına vatandaşa gerekli olan ilaç yerine bi halta yaramayan ucuz
uyduruk kimyasalları reva gören bir zihniyetin anlı şanlı örümcek kafalı
dünyanın bakla beyinli yegane maliye bakanısınız.

-Ve siz, ölümcül hastalığı sürerken, tedavi için yurt dışına gönderilme
teklifi karşısında, tepki gösterip, kendisini Türk tababetine emanet eden Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkesine yakışmayan bir maliye bakanısınız.

Hatta siz, o yüce insanın adını taşımaya bile layik değilsiniz..

Helvanızdan tatmak dileğiyle.


Teoman Ak

(Vekilinin aslı, ama daha sade bir vatandaş )

25 Şubat 2009 Çarşamba

FETULLAH HACCA NİYE GİDEMİYOR ? FETULLAH'A, NİÇİN HACI OLMAK YASAK?

Bu iletide ilginç detaylar segileniyor ve bu kötü gidiş karşısında yılmadan usanmadan, umutsuzluğa kapılmadan bizlerden de karşı propaganda,karşı mücadele bekleniyor. İlginç tarafı da bu yazıyı, Prof.Dr. ERDAL ATABEK gibi oldukça ünlü, oldukça yaşlı, çok işi olan çok meşgul olan bir zat yazıyor.

Fethullah Hoca, bu kadar dindarligina ragmen HACI degildir.

Mekke'ye de Medine'ye de, KESİNLİKLE, giremez.

Neden mi?
Şeriat kanunlarına göre, Fethullah hoca ŞEYH statüsüne soyunduğundan ve müritleri olduğundan,Suudi Arabistan sınırları içerisinde ele geçirilirse,hemen katledilir.

Çünkü; İslamiyette şeriatta ve Kuran'da şeyhlere ve / veya tarikat liderlerine yer yoktur.

Özetle, Allah ile kul arasina kimse giremez!!


BUGÜNÜN YOĞUN GÜNDEMİNDE ÖNEMİ DAHA DA ARTTI.

Uyandırın
Korkmayın heryerde konuşun konuyu siz açın
Takside taksiciye konuşun
Apartmanda kapıcıya konuşun
Sakallı gazete bayinize konuşun
Eve gelen gündelikçiye konuşun.

Anlatın eğer Fethullah dindarsa peygamber gibi ise neden Amerika'da yaşıyor?
Neden Mekke'de Kabe yakınlarında bir malikanede değil de Amerika'da FBI çiftliğinde.

Söyleyin bu zat değilmiydi 25 yıl o cami senin bu cami
benim salya sümük ağlayarak FAİZ haram diyen ?
Sorun kapıcınıza peki BANK ASYA nedir ?

Önce alıştırmanız gerekir.
Görüntüye.
Seslere.
Hareketlere.
Sessizliğe.
Çevrenizde olup bitenlere.
Yavaş yavaş alıştırırsınız.
Alışırlar.
Türbana.
Çarşafa, peçeye.
Taşyapı'ya.
Oğulların gemilerinin olmasına.
Çocukların televizyon kurmasına.
Yakınların yolsuzlukları na.
Sevgililere alınan evlere.
Çokeşliliğe.
Erkeklerin, kadınların ayrı ayrı oturmasına.
Ramazanda öğle yemeği verilmemesine.
Beyaz takkeyle gezenlere.
Hem de öyle alışırsınız ki size çok doğal gelmeye başlar.
Bizde böyle deyip geçmeye başlarsınız.
'Galiba demokrasi bu da biz mi anlamıyoruz?' diye
kuşkulanırsınız.
Sonra da uyuşursunuz.
Yavaş yavaş uyuşursunuz.
İçinizden bile tepki duymaz olursunuz.
'En az üç çocuk yapın' derler, dinler geçersiniz.
'Bizi azaltmaya çalışıyorlar' derler, gülme duygunuz
bile kaybolmuştur.
'Batı'nın ahlaksızlığını aldık' derler, öyle dinler
durursunuz.
Uyuşturmuşlardır sizi.
Bir yandan Çanakkale zaferini kutlarsınız.
Öte yandan Çanakkale savaşını yıllar sonra
kaybettiğinizi bile fark etmezsiniz.
Başbakanınız planlarını Amerika'ya açıklar.
Siz burdan dinlersiniz.
Amerika Ankara'yı işgal etmektedir.
Siz İngilizce öğrenmeye çalışırken durumu
göremezsiniz.
***
Alışırsınız ve uyuşursunuz.
Geçmişe dalıp gitmişken, geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz..
Plan da bunun için yapılmıştır.
Önce alıştırma.
Sonra uyuşturma.
Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan gülerler.f
Yüzünüze çok kültürlülük derler, arkanızdan bölerler.
Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar.
Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar.
Alışırsınız.
Uyuşursunuz.
Tehlikenin farkında mısınız?
Önce Alıştırma - Sonra Uyuşturma...

PROF. DR. ERDAL ATABEK

Galiba "Deniz fenerinin" ana felsefesi buradan geliyor

Dünya din adamları bir toplantıda bir araya gelmiş konuşuyorlarmış .
Konu dönmüş dolaşmış, toplanan paralara ve onların hak yolunda
kullanılmasına gelmiş.
İlk olarak bir haham almış sözü;
- Biz demiş. Topladığımız paraları 5 mt. öteye bir çizgi çizerek
çizgiye doğru fırlatırız. Çizgiyi geçenleri hak yolunda kullanırız
geçemeyenler de bize kalır.
İkinci olarak bir papaz söz almış;
- Biz de benzer bir yöntem kullanıyoruz demiş. Kilisede toplanan
paraları 5 mt. öteye koyduğumuz bir kavanoza atarız, kavanoza girenleri
hak yolunda kullanırız, girmeyenler bize kalır demiş.

Son olarak bizim imam söz almış. O da;
- Bizde de durum pek farklı sayılmaz demiş. Biz de topladığımız paraları
yukarıya doğru fırlatırız, Yüce Rabbim ihtiyacı olduğu kadarını içinden
alır, gerisi bize kalır..

24 Şubat 2009 Salı

Atatürk İlkeleri şimdi nerede uygulanıyor biliyor musunuz?

SUUDİ ARABİSTAN'da...

1) Suudi Arabistan'da türbe, yatır yoktur,yasaktır. Bunlar olmayınca doğal olarak ziyaretleri de yoktur. Ramazan aylarında sözde yatırlara kısmeti açılsın diye genç kızlar, sağlığı için dua edenler, dallara ağaçlara bez bağlayanlar gibi ilkel görüntüler de yoktur. Böyle davranışlar gericilik, cahiliye devrinden kalma, putperestlik addedilir.

2) Suudi Arabistan'da peygamberimize ait olduğu söylenen Sakal-ı Şerif, Hırka-i Şerif, Derdan-ı Şerif gibi ziyaretler yoktur. Böyle davranışlar gericilik ve şirk (Allaha ortak koşma) addedilir.

3) Suudi Arabistan'da imam, müezzin gibi din görevlileri ülkemizdeki gibi devlet memuru statüsünde değillerdir. Devlet bütçesinden bu kişilere maaş ödenmez. Allah için yapılan görevin karşılığında para almak ayıp sayılır ve yasaktır.

4) Suudi Arabistan'da biri çıkıp da medyum olduğunu iddia ederse; o kişinin kellesi hemen gider. Medyumlar Türkiye'de açık oturumlarda konuşuyor, sözde şifa dağıtıyorlar. Gazetelerde sütunları var.

5) Suudi Arabistan'da nakşilik, nurculuk, fethullahçılık v.s. v.s. gibi Atatürk'ün ölümünden sonra zuhur eden tarikatlar da yoktur, onların şeyhleri de, müritleri de, cemaatleri de...
Neden bu tarikatların şeyhlerinin biri bile o şeriat ülkesine gidip de yerleşmez? Yerleşmez değil, hatta oraya hiç uğramamışlardır. Yoksa kelle korkusu mu?

6) Suudi Arabistan'da kız imam hatip lisesi yoktur. Bu komik bulunur, çünkü islamiyette kadından imam olmaz.

7) Suudi Arabistan'da nazar boncuğu, okunmuş su, nazara karşı geyik boynuzu, üzerlik gibi şeyler de gericilik ve şirk addedilir, yasaktır.

8) Suudi Arabistan'da camii gibi ibadet yeri kompleksleri altında, bünyesinde market, dükkan vb. bulunamaz. Dinin ticarete alet edilmesi sayılır.

Elbette size bir şeriat ülkesinin övgüsünü yapmadım. Sadece bir şeriat ülkesinde bile yasaklanan bazı şeylerin ülkemizde serbestçe nasıl uygulandığını hatırlatmak, güzel dinimizin nasıl sömürüldüğünü vurgulamak istedim.

Yukarıda yazılanların doğru olup olmadığını Diyanet İşleri Başkanlığından sormanız mümkündür.

Netice olarak:

ATAMIZIN SAĞLIĞINDA YASAKLADIĞI KİMİ ŞEYLER ONUN VEFATINDAN SONRA TÜRKİYE'DE SERBEST,

ŞERİAT ÜLKESİ SUUDİ ARABİSTAN'DA YASAKTIR. İŞTE ÇARPICI OLAN DA BUDUR!!...

Askerlikten Nasıl Sıyrılır

Rize Güneysu Askerlik şubesine kayıtlı Ahmet Burak ERDOĞAN, 2000 yılında
KASIMPAŞA DENİZ HASTANESİNDEN verilen rapor ile ÇÜRÜĞE ayrılıyor.

Rapora göre,
Ahmet BURAK ERDOĞAN'ın hastalığı TESTİS KANSERİ!...

Uzman hekimlerin verdiği bilgiye göre, testis kanseri TEDAVİ EDİLEBİLİR bir rahatsızlık. Burası çok önemli, çünkü ÇÜRÜK RAPORU , asker adayı açısından ancak iş görme gücünün %60'ını yitirmesi durumunda veriliyor.

Tedavi edilebilir hastalıklardaysa durum farklı. Hastalığın tedavi edilmesinin ardından kişi, askere alınıyor.

Bu bilgilere ulaşan ve haftalık yayın yapan ULUSAL bir dergi, farklı kaynaklardanda bu bilgiler in doğru olduğunu teyit ettikten sonra, yetinmeyip 2 Mayıs 2007 tarihinde Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN'A yolladığı yazılı soruya herhangi bir cevap alamıyor. Daha sonra Başbakanlık Basın Müşaviri Sayın Akif BEKİ'ye telefon ile bu konu hakkında bilgi istenildiğinde 'kişisel hayatı' ilgilendirdiği gerekçesi ile cevap verilemeyeceği söyleniyor...

Daha sonra askere testis kanseri olduğu için gitmeyen ve ÇÜRÜK RAPORU alan Ahmet Burak ERDOĞAN ne gariptir ki bir yıl sonra 23.02.2001 tarihinde gönül rahatlığı ile evlenebiliyor...

Yani 2000 yılında Kasımpaşa Deniz Hastanesinde Sedyeye YAN GELİP YATARAK, babalar gibi ÇÜRÜK RAPORUNU almış.

Oysa hepimizde biliriz ki Türk Milleti askere gitmeyeni yarım adamdan sayar, çürük rapora ihtiyacı olan bile onuruna yedirip de bu raporu almak istemez, sakat ise sakatlığını saklar.

Fakat gelin görün ki o yıllarda babası İstanbul Büyükşehir, Belediye başkanı olan Ahmet Burak ERDOĞAN yaşıtlarından farklı düşünmüş!...

Şu meşhur, her birisi 4-5 milyon dolar eden gemi sahibi Ahmet BURAK bundan 9 yıl öncede 1998 tarihinde İstanbul Şişlide de bir çoğumuzun hatırlayacağı şarkıcı Sevim TANÜREK adlı bir bayana spor otomobili ile çarpmış ve onun ölümüne sebebiyet vermişti.

Bunun üzerine iki yıl sonra ÇÜRÜK RAPORU alacak Ahmet Burak o günlerde İngiltere de dil öğrenimi için yurtdışına gitmişti...

Acaba Ahmet BURAK askere gitseydi ŞIRNAK da mayına basarak şehit olduğunda Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN şehitlere yakıştırdığı 'KELLE' tabirini oğlu içinde kullanabilirmiydi?!...

Yada Sayın Emine ERDOĞAN her şehit anası gibi, 'VATAN SAĞOLSUN' diyebilirmiydi?!...

Bunların ne diyeceğini elbette ki bilemeyiz!...
Fakat bildiğimiz bir şey var ki, Sayın BAŞBAKAN çok haklı.

'...Asker değil, fakat birileri ve özellikle de büyük oğlu Ahmet YAN GELİP YATMIŞ!...

Şimdi bu çürük çocuğun trilyonluk gemiciği var,ve evl i.......

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yerli tohumlarımız kanunla yabancılara ...

Tohumculuk alanında çıkarılan kanunlarla yerli tohumlarımız büyük bir tehlike altına girdi. Bu kanunlar tüketicinin, köylünün, çiftçinin aleyhine sonuçlar doğuracak.
Sağlığımız bile bozulacak.
Nasıl mı?

Gözlem Gazetesinden Serkan Aksüyek'in Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır'ın görüşlerini de aldığı haberi şöyle:

Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil.
3 binden fazla 'endemik/ kendine has' bitki türünü barındıran Anadolu toprakları 2004'te yasalaşan 'Islahçı Hakları Kanunu' ile birlikte, devlet eliyle, uluslararası tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak.
Aksi halde başı uluslararası tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.

Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı.

Karşı çıkışların temelini, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan 'Türkiye Tohumcular Birliği' oluşturuyordu.
Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, yine tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.

Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.

5 yıllık geçiş süresinin sonunda Türk halkı ve Türk çiftçisi bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa gederek Türk halkının nasıl bir kumpas içine sokulduğunu aktaralım.

Kayıt zorunluluğu

31.10.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5553 sayılı 'Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde:
'Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir' deniyor.

Aynı yasanın 7. maddesinde ise:
'Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir' hükmü ile kayıt altına alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuyor.

Peki, bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?

Yasanın geçici 1. maddesinde bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa bu tohumunu komşusuna veya pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.

Ya satarsa ne olacak?

Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL) idare para cezasına çarptırılacak.
Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak.

Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.

Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damını görecek.

O 'birisi' kim?

Atadan, dededen, babadan kalma yöntemlerle üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa ticareti yapılamayacağı gibi, tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek.
Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek.
İşte bütün mesele o 'birisi'nin kim olacağı noktasında düğümleniyor.

Haberimizi buraya kadar okuyanların 'İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın' dediklerini duyar gibiyiz.

İş bununla bitmiyor!

Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını oluşturan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış!
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı 'Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun' işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı uluslararası şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor.

Bunlar Novartis, Monsanto, Cargill, Dupont, ADN ve Bayer.

Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları ise yine bu yasayla güvence altına alınmış olacak.

Yani, önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye 'Arkadaş sen bu tohumluğunu kullanamazsın' denecek,
sonra da o tohumları tescil ettiren şirketlere 'devlet eliyle' pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?

Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında yabancı şirketlere bağımlı olduğunu da anımsatmak gerekiyor.

Hakem Heyeti ne iş yapacak?

Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor.
Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri gibi pek çok alt birliğin çatı kuruluşu olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.

Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili!
Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında 'yargılama' anlamına da gelecek 'örtülü ve içi doldurulmamış' cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):

* Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.

* Birliğin uluslar arası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.

Birliğin üyeleri arasında ağırlığı ise yabancı şirketler oluşturacak.

Kısacası Türkiye, başka devletlerin 'uzay araştırmaları ile bir tutma' derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki 'Tohumcular Birliği'nin insafına ve tasarrufuna teslim etmiş durumda.

VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE: UPOV

Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil.

Kısa adı UPOV olan 'Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de, 65 nci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.

Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde;
'Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği' belirtiliyor.

Buna acaba, 'sanılıyor' desek daha mı doğru?

Bakalım gerçek söylendiği gibi mi?

UPOV'un Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran açıklamalar yapıyor.

İki yasal düzenleme sonunda UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığı savunan Prof. Sındır şunları söylüyor:

'İşin özü şu:
Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var.
İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor.
Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş.
UPOV üyeliği ile uluslararası tohum şirketlerinin hakları yasal koruma altına alınacak; tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak.
Çiftçiye 'sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek.
Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak.
Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak.
Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o yörenin ekolojisine uyum sağlamayacak.
Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak.
Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak.'

Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohum Yasası'nı eleştirme yanlışına düştüğünü, olayın bütünün görmeden yapılacak yorumların yine yabancı tohum şirketlerine yarayacağını belirtti.

Türkiye'nin yerel tohum şirketlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu söyleyen Sındır;
Kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi:

'Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz.
Yani sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor.
Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz.
Doğanın mülkiyeti bu. Senin şahsi mülkiyetin olamaz.

Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm.
Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim.
Ve çiftçiye 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim.
Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz.
Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem.
Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip 'ben bunu ıslah ettim, genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz.'

Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nün (FAO) resmi kayıtlarına göre;
1970'ten sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.

UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?

UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler hızla yok olma sürecine girecek.
Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak.
Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak.
Küresel ısınmayı hızlandıracak.
Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hâkimiyetleri artacak.
Ürün çiftçinin elinden daha ucuza alınacak.
Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.

TEKELLERİ KORUYAN YASA JET HIZINDA
ÇİFTÇİYİ KORUYAN SUMEN ALTINDA

Tohumculuk sektörünü uluslararası tekellerin eline bırakacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani 'Biyogüvenlik Yasası' yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.

Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor.

Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.

İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün.

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de bitki genlerinin korunmasını yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak şunları söyledi:

'Tohumculuk Kanunu'nun AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan biri olduğu söylendiyse de, AB ile yapılan müzakerelerin hiçbirinde böylesi bir yasanın çıkarılması yönünde talep yoktu.

Sektörün tek egemen kesimi olan uluslararası şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar.'

Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettikleri tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.

Serkan Aksüyek / Gözlem

20 Şubat 2009 Cuma

Seçim yardımlarına tepki gösteren Kamer Genç

Seçim yardımlarına tepki gösteren Kamer Genç, "Gerekirse bekârlara Nataşa versinler" dedi.
Meclis Genel Kurulu'nda ekonomik krize önlem paketiyle ilgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Öngören tasarının 2'nci bölümü üzerindeki görüşmeler devam ediyor.

Tunceli Bağımsız Milletvekili Kamer Genç, organize sanayi bölgeleri ile ilgili maddenin tasarıdan çıkarılması için verdiği önerge üzerinde söz alarak, son günlerde sık sık gündeme gelen beyaz eşya yardımlarını gündeme getirdi.

Seçim öncesi vatandaşlara buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtıldığını ancak organize sanayi bölgesi kurulması için yatırım yapılmadığını söyleyen Genç, birilerinin yarın çıkıp yardımlar doğrultusunda oy verenlere 'satılık insanlar' diyebileceğini savundu. Genç, "Ev, araba da versinler. Gerekirse bekârlara Nataşa versinler ama insanların onuruyla oynamasınlar" dedi.

17 Şubat 2009 Salı

Yılmaz Özdil'den "Ülkemde olmaz, olmaz"

Bu kriz, 2001’den büyük olacak.
Böylesi görülmeyecek...

Çünkü...

Dünyanın hiçbir ülkesi...

Bankaları, limanları, telefonları yabancıya satıldı diye alkış tutmaz.

Dünyanın hiçbir ülkesinde bir fabrika bile kurulmadığı halde "büyüyoruz" diye sevinilmez.

Dünyanın hiçbir milleti, girmediğimiz halde, AB’ye girdik diye havai fişek fırlatmaz... Dünyanın hiçbir ekonomi profesörü, ekrana çıkıp, borcumuz arttığı halde, utanmadan borcumuz azaldı demez... Dünyanın hiçbir başyazarı, gazete okumayın deyen Başbakanın yanağını okşamaz... İngiltere hariç, Dünyanın hiçbir ülkesinde, ekonomiden sorumlu bakan İNGİLİZ vatandaşı olmaz... Dünyanın hiçbir sanayi odası başkanı, Dünyanın en yüksek faizini vererek sanayinin canına okuyan hükümette sanayi bakanlığı koltuğuna kurulmaz... Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, partiler OY için; kömür, buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtmaz, hiçbir HUKUK buna izin vermez... Hiçbir seçmen de, kendi parasıyla kendisine avanta dağıtana dua etmez... Dünyanın hiçbir ahalisi, doğalgaz faturaları, elektrik faturaları, benzin faturaları ortadayken, enflasyon düştü diyeni, he valla diyerek onaylamaz !...

Dünyanın hiçbir parlamentosu, emekliye, memura, işçiye % 2 zam verilirken, kendisine % 30 zam istemez... Dünyanın hiçbir medyası, ithalat rakamlarını göstermeden, ihracatı “rekor” diye manşet yazmaz...

Resmi işsiz güya 3 Milyon...

Çünkü Dünyanın hiçbir ülkesinde “İş arıyor musun?” diye sorulduğunda “İş aramaktan umudumu kestim” diyen 2 Milyon kişi “İşsiz değil bu” diye hesap dışı bırakılmaz...

Uganda’da bile ...

Benim oğlan gemicik aldı, ayda 50 bin Dolar taksitle ödeyecek; küçük oğlan da pırlantacı açtı diyene; “Uganda seninle gurur duyuyor” diye tempo tutulmaz...

Alkış tutuyorsan...

Seviniyorsan...

İnanıyorsan...

Havai fişek fırlatıyorsan....

E o kriz, görülmemiş bir kriz olur...

Ve haliyle müstehaksındır......

9 Şubat 2009 Pazartesi

Kasımpaşalı kabadayı Başbakan isterim

"Amerikan askerleri Türkiye üzerinden geçerek Irak'a saldırsınlar" diye Meclis'e tezkere önerisi sunan Tayyip Bey değil miydi?
Niye o zaman
"Komşuma benim üzerimden saldıramazsınız. Hem Iraklılar da benim gibi Müslüman. Heyt! Çekil bu bölgeden"
diye Amerikalılara, Buş'a posta atmadı da tam tersini yaptı...
Yani "Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı" olarak üstüne düşen görevi yaptı...?

Amerika Irak'ta bir milyondan fazla insanı asker, sivil, kadın çocuk demeden öldürürken niçin
"Katiller, siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz. İncil'de şöyle yazıyor"
diye efelenmedi de,
"Amerikalı erkek ve kadın askerlerin kayıp vermeden geri dönmeleri için dua ediyorum"
diye yalakalık yaptı? Öldürülen Iraklı çocuklar çocuk değil miydi, Iraklılar da Gazzeliler gibi Müslüman değil miydi?

Barzani peşmergeleri, Amerikan askerlerinin desteği ile Tel-Afer'de Türkmen kardeşlerimizi katlederken niçin
"Erbil'deki Barzani karargahını ve Kuzey Irak Parlamentosunu yerle bir ederim, çekilin Türkmen bölgesinden"
diye postasını atmadı da, Türkmenleri kast ederek:
"Onlar Şii"
diye gerdan kırdı?

İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin, Musa Kazım Efendi'nin kabirleri Amerikalılar tarafından bombalanır, Iraklılar Ebu Gureyb Hapishanesi' nde hayvan misali boğazlanıp, içerdeki kadınlar dışarıya: "Hapishaneyi bombalayın ki karnımızdaki Amerikan piçleri ile birlikte ölelim" mesajları gönderirken bir kınama bile yayımlamayan Tayyip Bey'in şimdi Gazze'deki çocukları öne sürerek efelenmesi ahlaki midir?

Amerikan askerleri Süleymaniye'de Türk askerlerinin, subaylarının başına çuval geçirince niçin "İncirlik'e kilit vurdum. Ya özür dilersiniz, ya da tasınızı tarağınızı toplayın, Nebraska'ya kadar yolunuz var, anca gidersiniz"
diye efelenmedi de, nota verilmesini isteyenlere
"Müzik notası mı sandınız siz onu?" diye kıvırttı?

Amerikan uçakları "Halı Operasyonu" ile Afganistan topraklarını halı döşer gibi karış karış bombalayıp sayısız insan öldürürken Tayyip Bey'den ne bir ses, ne de nefes...
BOP Eşbaşkanı sıfatıyla, bu BOP operasyonuna destek verdi.
Afganistan'da öldürülenler Müslüman değil miydi?

Bize turistik vize bile verirken bin dereden su getiren AB ülkelerinde PKK'lı bölücüler cirit atıyor, AB çatısı altında "Kürt Konferansları " düzenliyor iken...
Tayyip Bey niçin Meclis kürsüsüne çıkıp:
"Toprağıma, milletime yönelik bu husumet bitene kadar, AB ile ilişkilerimizi askıya alıyorum" desin... "Benim için bitmiştir, daha gelmem Brüksel'e"
demiyor da,
"Hedefimiz AB"
yalakalıkları yapıyor?

++++++++++++ +++++++++

5 Ocak 2009 günü Meclis'e "israil'in Gazze saldırısından ötürü kınanması" için CHP tarafından verilen önerge, AKP oyları ile reddedildi.
Yani AKP'nin engellemesi sonucunda, Türkiye resmen İsrail'i kınamadı.
Nedendir şimdi bu Davos coşkusu?

++++++++++++ +++++++++


Niçin şimdi Davos'ta bu gürleme?
İsrail'in hiçbir çıkarına engel olmadan,
İsrailli pilotların Konya'da eğitim uçuşları yasaklanmadan
İsrail'le yapılan gizli ve açık anlaşmalar iptal edilmeden
İsrail'in hülle yoluyla GAP bölgesinden aldığı araziler geri alınmadan,
Ceyhan-Aşkelon boru hattı projesi iptal edilmeden ve üstelik Türkiye-Suriye sınırı boyunca uzanan arazinin 49 yıllığına İsrail'e kiralanması teklifi Tayyip Bey tarafından Meclis'e sunulmak üzere iken.

Nedendir bu Davos coşkusu?

Bütün bu ihanetlerin üzerini örtmek için planlanmış bir tiyatro mu?

6 Şubat 2009 Cuma

Yalçın Küçük Kimdir?

Son günlerde ilginç açıklamaları ve tuhaf tavırlarıyla gündeme gelen, konuşurken de masum insanları karalamaktan hiç çekinmeyen Yalçın Küçük'ün terör örgütü PKK'yla yakın ilişki içinde olduğu ortaya çıktı. Konuşmalarında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komutanlarına sözde saygısının ifadesi olarak sık sık 'Hazretleri' şeklinde hitap eden Yalçın Küçük'ün terörist başıyla da oldukça samimi olduğu anlaşıldı.

İşte Yalçın Küçük gerçeği…

RESİMLERDE Abdullah Öcalan'la, Yalçın Küçük ne kadar samimi görün. Şimdi bu adam çıkmış hergün Skytürk, Kanal-D, Show TV, ve Star gibi televizyon kanallarında vatanseverlik yapıyor.

Bu yazıyı tanıdıklarınıza gönderip milliyetçi insanların yüzüne baka baka dalga geçer gibi vatanseverlik naraları atan adamın hain yüzünü herkes görmesini sağlayabilirsiniz.

Vatanını sevenlere karşı ağza alınmayacak lafları Atatürk'ün ardına saklanarak sarfeden bu hainin gerçek yüzünü gösterelim.


















AKP'nin canını en çok sıkan mail.

AKP Genel Merkezi'nin canını oldukca sıkan bir maili bugüne kadar tam 7 milyon internet kullanıcısı okumuş. Mailin metin içeriği aşağıda:

"Türkiye'deki icraatlarının unutulmaması ve bakar körlerin gak guk etmemesi
için Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'nin Türk siyaset tarihindeki bazı
ilklerini hatırlatmakta yarar görüyorum.
1- İlk defa bir Başbakan " Tezkere geçmezse memura maaş ödeyemeyiz" dedi
2- İlk defa ekonomi büyürken işsizlik arttı
3- İlk defa cari açık verilirken döviz kuru arttı.
4- İlk defa bir Başbakan zam isteyen memura "İMF'yi ikna edin" dedi.
5- İlk kez ithalat 100 milyar doları aştı
6- İlk kez cari açığın üstünde borçlanma yapıldı
7- İlk kez Yunan kilise bankası Türkiye'de banka satın aldı.
8- İlk defa domuz, kesimlik hayvanlar arasına alındı
9- İlk defa düşük faizli dış borç yüksek faizli iç borç ile ödendi
10- İlk defa bir Başbakan ve Dışişleri Bakanı, islamiyeti yok etmeye yemin
eden bir Papa'nın heykeli önünde fotoğraf çektirdi.
11- İlk defa bir Başbakan " Toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya" dedi.
12- İlk defa bir cami kiliseye çevrildi.
13- İlk defa kilise ve havralar imar planında yer aldı.
14- İlk defa bir Başbakan Yahudi düşünce kuruluşundan " Üstün Cesaret Ödülü" aldı.
15- İlk defa Türk askerinin başına ABD güçlerince çuval geçirildi.
16- İlk defa bir Başbakan " bir dönem dini kullandık" dedi.
17- İlk defa petrol kanunu ile yabancılara 50 yıllık imtiyaz verildi.
18- İlk defa yabancı rantiyecilere vergi muafiyeti tanındı.
19- İlk defa iletişim sektörünün tamamı yabancıların eline geçti.
20- İlk defa tezkere ret edilmesine rağmen Dış İşleri Bakanlığı genelgesi ile silahlar Türkiye üzerinden geçti.
21- İlk defa bir Başbakan İslam dünyasının sınırlarını değiştirecek BOP'un eş başkanı oldu.
22- İlk defa bir Başbakan Müslüman topraklarını işgal eden ABD askerlerininevlerine sağ salim dönmeleri için dua ettiğini açıkladı.
23- İlk kez İsrailli bir işadamına çok gizli bir şekilde 800 milyon dolar kaynak aktarıldı.
24- İlk defa bir Başbakan yapılan ihalede önce uçak istedi ama sonra Mercedes'e razı oldu.
25- İlk defa fındık üreticileri en büyük mitingi yaptı.
26- İlk defa bir Başbakan Türkiye'yi pazarladığını açıkça itiraf etti.
27- İlk defa tarımsal üretimde dış ticaret açığı ortaya çıktı.
28- İlk defa bir Başbakan çiftçilere " Gözünü toprak doyursun" dedi..
29- İlk defa kap kaç diye bir sektör ortaya çıktı.
30- İlk defa zina suç olmaktan çıktı.
31- İlk defa bir Başbakan en fazla yurt dışı gezisi yaptı.
32- İlk defa bir Başbakan " Borç yiğidin kamçısıdır" diyerek borçlanmayı bir başarı olarak gösterdi.
33- İlk defa enflasyon % 10 artarken pancar fiyatları 99 kuruştan 88 kuruşa indi.
34- İlk defa çiftçi ve emekliden vergi alınması sözü verildi.
35- İlk defa bir Başbakan Danışmanı Amerikalılara Başbakan için "Bu adamı kullanın, onu rogara süpürmeyin " dedi.
36- İlk defa GSMH artarken KDV tahsilatı yerinde saydı.
37- İlk defa bir Başbakan TMSF katkısıyla bu kadar çok TV ve gazete yönlendirdi.
38- İlk defa Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı misafir olarak gelen bir kralın ayağına gitti.Hem de 10 Kasım günü...
39- "İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ÇİFTÇİYE "ANANIDA AL GİT" DEDİ...
40- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ŞEHİD ZİYARETTİNDE "ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR"DEDİ
41- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN 300 M LİK GEMİYE GEMİCİK DEDİ.
42- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ..... GAZETELERİNİ OKUMAYIN TELEVİZYONLARINI AÇMAYIN DEDİ.
43- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNEN İNSANLARI DİNSİZLİKLE SUÇLADI.
44- İLK DEFA BİR BAŞBAKAN İÇİN CUMHURİYET MİTİNGLERİ YAPILDI.
45- İLK DEFA BİR HALK KENDİ LAİKLİĞİNDEN VE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN OLMAKTAN KORKTU...
46- İLK DEFA ATAMI ANLIYORUM."


Bu hızla Tayyip Erdoğan bu dönemde ülkemizde ki her şeyi özelleştirmiş olacak...
İş bu ya özelleştirmeye ve satmaya kafayı takmış olan başbakanımız en sonunda kendisini özelleştirir mi?
- Türk Telekom, Arap'ın.
- Telsim İngiliz'in.
- Kuşadası Limanı İsrailli'nin.
- İzmir Limanı Hong Konglu'nun...
- Araç muayene işi Alman'ın.
- Başak Sigorta Fransız'ın.
- Adabank Kuveytli'nin.
- İETT Garajı Dubaili'nin.
- Avea Lübnanlı'nın.
- Petkim? Ermeni'nin. (Kazak'a sattık, dediler. Kazağı bi çıkardık Ermeni...)
- Rakı, Amerikalı'nın.
- Finansbank Yunanlı'nın...
- Oyakbank Hollandalı'nın.
- Denizbank Belçikalı'nın.
- Türkiye Finans Kuveytli'nin.
- TEB Fransız'ın.
- Cbank İsrailli'nin.
- MNG Bank Lübnanlı'nın.
- Alternatif Bank Yunanlı'nın.
- Dışbank Hollandalı'nın.
- Şekerbank Kazak'ın.
- Yapı Kredi'nin yarısı İtalyan'ın.
- Turkcell'in yarısı Finli'nin Rus'un.
- Beymen'in yarısı Amerikalı'nın.
- Enerjisa'nın yarısı Avusturyalı'nın.
- Garanti'nin yarısı Amerikalı'nın.
- Eczacıbaşı İlaç, Çek'in.
- İzocam, Fransız'ın.
- TGRT(Fox) Amerikalı'nın.
- Demirdöküm Alman'ın.
- Döktaş Fransız'ın.
- Süper FM Kanadalı'nın.

Hepsi TÜRK'tü bir zamanlar - sadece 5.5 yıl önce (yani AKP hükümetinden önce).
Önemli! Borla çalışan araba üretildi, Türkiye kıskaçta.. Arabayı bor madeniyle çalıstıracak patentli 600 proje olduğu ortaya çıktı. Turkiye, dünya rezervinin yüzde 70`ine sahip."

5 Şubat 2009 Perşembe

İzmir'de Nato'nun Kurduğu Yeni Askeri Üs

İtalya Napoli'deki NATO üssü İzmir Urla'ya taşınıyor...

4000 amerikan askeri Urla'da ev tutmaya başladı bile.

BİP (Büyük İşgal Projesi) sebebiyle üs doğuya kaydırılıyor.

Tehlikeli kısım bir havaalanı inşaatının da Mordoğan'da başlamış olması...

Adana İncirlik üssü İran ve/veya Suriye atış Menzilinde olduğu için ana hava üssü İzmir olacak. Tepemizden her gün bomba yüklü bir sürü uçak geçecek.
Daha sonraki aşamada 6. Filo'nun ana üslerinden biri olabileceği söyleniyor...

Uzun ada'nın da kullanılacağı (ki şuan zaten kullanılıyor) öğrenilmiş...

TSK rahatsız ama hükümet her şeyi okeylemiş anlaşmalar yapılmış. Adamlar evlerini tuttular bile.. Urla'da emlak işi yapanlara teyit ettirebilirsiniz...

Kimisi aman gelsin iş olur para kazanırız derken, sağ duyulu vatandaşlar bunun ilerde çok büyük sorunlara yol açacağının farkında..

Güzelim İzmir yada ülkemizin herhangi bir yeri, kısaca biz bu işe alet olmamalıyız...

Stratejik olarak Uzun ada, İzmir körfezi çıkışını tutan yer. Burayı kontrolünde tutan donanmayı körfeze hapseder.. Güney Deniz Saha Komutanlığı merkezi de ablukaya alınmış oluyor İleriki aşamalar için.. Satılmış medyamız bunu ufak bir haber olarak verdi. Amerikan'ın Yeni Dünya Düzeni projesinde çok önemli bir söz var...

Diyor ki düşman zaten düşmandır, bellidir önemli değil. Önemli olan dost/müttefik ülkenin ordusunun önemli komutanlarını/komuta merkezlerini ele geçirmek kontrol altına almaktır. Projeye inandırmaktır, boyun eğdirmek itaatkar yapmaktır.

Bu işgal projesinde sıra bize de gelecek. Şimdiden milli refleks vermeliyiz. İşlerini kolaylaştırmamalı, engellemeli geciktirmeliyiz. NATO üssüne hayır kampanyası için İzmir'de pazartesinden itibaren bilgilendirme amacıyla afiş, el ilanı ve her türlü yolu kullanmaya başlıyoruz... İzmir yada başka şehir fark etmez bu ülke hepimizin.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Filistin 1946-2000


İşte tarihi örnekler ...

SATMA TOPRAĞINI!
BİR GÜN GELİR HÂKİMİYET KURMAK İSTERLER!

Filistinliler topraklarını önce parayla kendileri satmaya başlamıştı. Sonrası malum.

Biz de Hatay'da, Güneydoğu'da ve dahi her bölgemizde toprak satmaya başladık ufak ufak.

3 Şubat 2009 Salı

Tedaş Fetva Verirse

"Kaçak elektrikle ısınan sudan; abdest olmaz, gusül hiç olmaz, cenzae de asla yıkanmaz..."

2 Şubat 2009 Pazartesi

Prof. Dr. Erdal Atabek'ten Fethullah Gülen hakkında bir açıklama

Fethullah Hoca, bu kadar dindarlığına rağmen HACI değildir.
Mekke'ye, Medine'ye gidemez.

Neden mi? Şeriat kanunlarına göre Fethullah hoca ŞEYH statüsüne soyunduğundan ve müritleri olduğundan Suudi Arabistan sınırları içerisinde ele geçirilirse hemen katledilir.

Çünkü; İslamiyet'te, Şeriat'ta ve Kur'an'da şeyhlere ve/veya tarikat liderlerine yer yoktur.

Özetle, Allah ile kul arasına kimse giremez!!


Uyandırın!
Korkmayın heryerde konuşun konuyu siz açın.
Takside taksiciye konuşun.
Apartmanda kapıcıya konuşun.
Sakallı gazete bayinize konuşun.
Eve gelen gündelikçiye konuşun.
Anlatın, eğer Fethullah dindarsa, peygamber gibi ise neden Amerika'da yaşıyor ?
Neden Mekke'de, Kabe yakınlarında bir malikanede değil de, Amerika'da bir FBI çiftliğinde.
Söyleyin, bu zat değilmiydi 25 yıl o cami senin bu cami benim salya sümük ağlayarak FAİZ haram diyen ?
Sorun kapıcınıza, peki BANK ASYA nedir ?
Önce alıştırmanız gerekir:
Görüntüye
Seslere
Hareketlere
Sessizliğe
Çevrenizde olup bitenlere
Yavaş yavaş alıştırırsınız
Alışırlar
Türbana
Çarşafa, peçeye
Taşyapı'ya
Oğulların gemilerinin olmasına
Çocukların televizyon kurmasına
Yakınların yolsuzluklarına
Sevgililere alınan evlere
Çokeşliliğe
Erkeklerin, kadınların ayrı ayrı oturmasına
Ramazanda öğle yemeği verilmemesine
Beyaz takkeyle gezenlere
Hem de öyle alışırsınız ki size çok doğal gelmeye başlar
Bizde böyle deyip geçmeye başlarsınız
'Galiba demokrasi bu da biz mi anlamıyoruz?' diyekuşkulanırsınız
Sonra da uyuşursunuz
Yavaş yavaş uyuşursunuz
İçinizden bile tepki duymaz olursunuz
'En az üç çocuk yapın' derler, dinler geçersiniz
'Bizi azaltmaya çalışıyorlar' derler, gülme duygunuz bile kaybolmuştur.
'Batı'nın ahlaksızlığını aldık' derler, öyle dinlerdurursunuz
Uyuşturmuşlardır sizi
Bir yandan Çanakkale zaferini kutlarsınız
Öte yandan Çanakkale savaşını yıllar sonrakaybettiğinizi bile fark etmezsiniz.
Başbakanınız planlarını Amerika'ya açıklar
Siz burdan dinlersiniz
Amerika, Ankara'yı işgal etmektedir
Siz İngilizce öğrenmeye çalışırken durumu göremezsiniz

***

Alışırsınız ve uyuşursunuz
Geçmişe dalıp gitmişken, geleceği kaybetmekte olduğunuzu fark edemezsiniz
Plan da bunun için yapılmıştır
Önce alıştırma
Sonra uyuşturma
Yüzünüze demokrasi derler, arkanızdan gülerler
Yüzünüze çokkültürlülük derler, arkanızdan bölerler
Yüzünüze değişim derler, arkanızdan soyarlar
Yüzünüze gelişim derler, arkanızdan bakarlar
Alışırsınız
Uyuşursunuz
Tehlikenin farkında mısınız ?
Önce Alıştırma - Sonra Uyuşturma...

PROF. DR. ERDAL ATABEK

NOT : Bu yazının herkes tarafından okunması gerektiğine inanıyorum.
Çünkü yandaş medyanın yazdıklarını sadece beyninde şekillendiren ve onun
dışındaki bilgileri beynine almak istemeyip, bu grupta ahkâm kesenlerin
bir kez daha oturup düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Gittiğiniz yol, kusura
bakmayın ama yol değil. Sonuna yaklaştınız, bizden olmayanlara nasıl çamur
atıp ta şekillendirelim derdine düştünüz. Hazmedemiyorsanız bazı şeyleri
gidin yaşamak istediğiniz ülkede yaşayın.
Güzel memleketimi pisliğin içine çekmeyin.