7 Temmuz 2009 Salı

Türkiye Bir Hukuk Devletiyse Ruhban Okulu Açılamaz

Yrd. Doç. Dr. Orhan ÇEKİÇ / Cumhuriyet (07/07/2009)

Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması sorunu, siyasal gündemimizin baş sıralarını işgal etmeye devam ediyor. Buna karşılık konuyu tartışanlarımız arasında da bir mutabakat görünmüyor. Oysa mesele son derecede yalın ve açıktır ve de tümüyle “hukuksal”dır. O nedenle de “hukuk” bir tarafa bırakılarak çözülemez. Özetle, mevcut anayasamıza göre, bu ruhban okulunun “Fener Rum Patrikhanesi’nin dayattığı şekilde açılmasına” olanak yoktur. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, ne bu iktidar ne de bir başkası, isteseler de böyle bir tasarrufta bulunamazlar.
Konuyu olayın özünden uzaklaştırmamak için Heybeliada Ruhban Okulu’nun tarihsel gelişimine değinmeyeceğim. Belli ki bu okul Rum cemaatine ruhban yetiştiren, böylece teoloji eğitimi veren kimliğini Osmanlı Devleti bünyesinde, kimi imtiyazlarla birlikte sürdürmüş bir eğitim kurumudur.
Lozan’da ise, Osmanlı döneminde azınlık okullarına verilmiş tüm imtiyazlar kaldırılmış, kendileri de birer Türk vatandaşı olan bu azınlığın statüsü Türklerinkine eşit kılınmıştır. Böylece gayrimüslim olarak anılan bir Rum vatandaş da, bir Ermeni, Musevi vatandaş da, bir Türk de, vatandaş olarak aynı ve “eşit” statüye sahip kılınmıştır. Yani bir Türk vatandaşına verilmeyen bir hak, bir Rum veya Ermeni vatandaşımıza da verilemez, aksi halde anayasamızın “eşitlik” ilkesine aykırı düşer.
Şimdi bu ön bilgilerin ışığında, konuyu analiz edelim:
Cumhuriyetin kurulmasının hemen ertesinde, ülke geleceği için son derecede önemli bir yasa kabul edilmiştir: Bu yasa, “Eğitim Birliği Yasası”dır (Tevhid-i Tedrisat Kanunu). Böylece, Türkiye’deki bütün “ortaöğretim kurumları” (yani ortaokul ve liseler) tek bir çatı altında toplanıp Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır (3 Mart 1924). Bundan maksat (kız-erkek) tüm gençlerimizin aynı laik eğitimden geçerek bilimin ışığında ve çağdaş bir eğitim görmelerini sağlamak, aynı zamanda yüzlerce yıl geride kalmış, köhnemiş medrese eğitimine de son vermektir.
Bu bilgileri, kopuk kopuk da olsa sizlere aktarmamın nedenine şimdi geliyorum:
1971 yılına, hiçbir sorun yaşanmaksızın böylece gelindi. O günlerde hatırlayacağınız gibi Türkiye’de bir “özel yüksekokullar” furyası başlamıştı. Bu okulların açılmasına olanak veren 1965 tarihli ve 625 sayılı “Özel Öğretim Kurumları Kanunu”nun bazı maddelerinin anayasaya aykırı olduğunu saptayan Anayasa Mahkemesi, 12 Ocak 1971 tarih ve 1971-3 sayılı bir kararla “özel yüksekokulların devletleştirilmesine” karar verdi. Bunun üzerine bütün bu özel okullar, Heybeliada Ruhban Okulu dahil kapatıldı. Ne var ki bu icraatın hemen arkasından devlet, bu kez “özel statüdeki bu okulların devlet denetimine alınmak koşuluyla yeniden açılmasına” izin verdi. Buna karşılık Fener Rum Patrikliği bu “denetim” koşulunu reddederek, “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına” izin vermedi ve halen de vermiyor.
Yanlış okumadınız, yani okulu açtırmayan, Fener Rum Patrikliği.
Bu karşı çıkmanın elbette bir temel nedeni var: Türkiye’deki lise düzeyine kadar olan tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na, yüksekokullar ise YÖK’e bağlılar. Yani? Yani bir “devlet denetimine” tabiler. Fener Rum Patriği Bartholomeos ise bunu istemiyor, adeta “devlet içinde bir devlet” edasıyla, ruhban okulunun hiçbir denetime tabi olmadan Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanmasını istiyor.
Bu durum Lozan’a aykırı, “Eğitim Birliği Yasası”na aykırı, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı.
Diğer yandan Patrikliğin “tüzelkişiliği” olmadığı için, bir yüksekokul açma şansı hiçbir şekilde yok. Buna rağmen, bu okulun “özel teoloji yüksekokulu” statüsünde açılmasını istiyor, “Türkiye’deki bütün yüksekokullar YÖK’e bağlıdır” denilince de, adeta Patrikliğe istisna yapılmasını istiyor. “Ben devletin denetimine girmem” diyor. Anlaşılır gibi değil.
Bu durumda imam hatip liselerinin de MEB yerine örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmak isteyebileceği, aynı şeyin ilahiyat fakültesi için de söz konusu olabileceği, onlara bile bir ayrıcalık tanınamayacağı, zira Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğu ve bir “özel statü” bir kuruma verilirse, eşitlik ilkesi gereği diğerlerine de sağlamak gerekeceği anlatılmasına rağmen Patrik, çözümü Avrupa Birliği’nde, Başkan Obama’da, orada burada arıyor.
“Buna göz yumarsak Türkiye’deki cemaatler, tarikatlar, mezhepler de kendi ‘özel’ din okullarını açmaya kalkarlarsa ne yaparız?” sorusu Patriği hiç ilgilendirmiyor. O sadece kendi istemlerini, ültimatom verir gibi yineliyor:
Ruhban okulu Türkiye’den olduğu gibi, diğer ülkelerden de öğrenci alabilmeli, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Heybeliada Ruhban Okulu üzerinde hiçbir denetim hakkı olmamalı,
Fener Patrikhanesi bünyesinde, başta Patrik olmak üzere, Kutsal Sinod ve Metropolitlerden “Türk vatandaşı olmak” şartı kaldırılmalıdır.
Oysa Patrik Hazretleri şu hususların altını çizmeli ve mutlaka bellemelidir: Arkasına ABD’yi veya AB’yi alarak ileri sürdüğü bu taleplerin bağımsız, egemen, laik bir hukuk devleti ile bağdaşır hiçbir yanı yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti “bir çadır devleti” değil, “bir hukuk devleti”dir. Batı Trakya’daki soydaşlarımız, daha kendi müftülerini seçme hakkına dahi müstahak görülmezken, kendisi de Türk vatandaşı olan bir Patriğin bu tavrı, bu ülkenin en azından haksız yere prestij kaybetmesine yol açmaktadır.
Buna kimsenin hakkı yoktur. Bir patrik bile olsa.

Mora isyanında on binlerce Müslüman Türk katledilmişti. Bunu biz söylemiyoruz, İngiliz Tarihçi W. Allison Philipis söylüyor:
“- Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler bir vahşiler güruhunun şehvetine, zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlar ve çocuklar öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler. Kıyım öylesine büyük ölçüdeydi ki çete reislerinden Kolokationes’in kendisi bile, kasabaya girdiğinde, ‘Yukarı Hisar Kapısı’ndan başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi’ demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, Türk cesetlerinden bir halı ile döşenmişti!”
İşte bu vahşetin ve diğerlerinin arkasında Patrikhane’nin olduğu bütün belgeleriyle ve uluslararası gözlemcilerin şahitliğinde ortaya kondu ve işin müsebbibi patrik Gregorius yargılandı, Patrikhane’nin Orta Kapısında asıldı. Olaydan sonra gizli olarak toplanan patrikhane yönetimi ise aynı yerde eşdeğer bir Türk devlet adamı asılana kadar kapının kapalı tutulması kararı verdi. Kapı, Cumhuriyet dönemine kadar zincirliydi, sonra, kaynaklandı.

Patrikhane o kapıyı hâlâ açmıyor amma Hükümet işte bu Patrikhane’de ve o kapıda bir Müslüman Türk’ü asmak için yemin edecek papazların yetiştirileceği okulu açma kararı vermiş bulunuyor.

Hiç yorum yok: