17 Temmuz 2009 Cuma

Hıncal Uluç'un Engin Ardıç'a yanıtı

21 Mart Cumartesi günü Sabah'ta yayınlanan Engin Ardıç'ın yazısı;

Atatürk'ün pasaportu var mıydı?



Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmadığını hep biliriz... Bu, büyük
bir erdem olarak pazarlanmıştır: Kendisi hiçbir yere gitmeden herkesi ayağına getirmiş!
Herkes dedikleri, İran şahı ve İsveç kralı gibi "kıyıdan
köşeden" adamlar, bir de İngiliz kralı Edward tabii... Yanında da Mrs
Simpson... Ama o da aşkı uğruna kısa bir süre sonra tacı tahtı
bırakacağından, bu gezinin bir yararı olmamış.
Olamazdı da... İngiliz kralı ya da kraliçesi "hüküm sürer ama
idare etmez" ... Meclise izinsiz giremediği, seçimlerde oy
kullanamadığı gibi, dış politikaya da karışamaz!
Bunun dışında kim gelmiş Türkiye'ye? Hitler mi, Stalin mi,
Mussolini mi, Roosevelt mi, Hirohito mu? Hiçbiri.
Keşke İspanyol başkanları Alcala Zamora ya da Manuel Azana
gelselerdi de, "asi generallere" karşı İspanyol Cumhuriyeti'ne sahip
çıkma onuruna kavuşsaydık yahu...
Ama niçin geleceklerdi? Türkiye önemli bir ülke değildi ki,
kendi kabuğuna çekilmiş, yaralarını sarmaya ve Batılılaşma girişimini
temele indirmeye çalışan, "dünya sahnesinin önünden çekilmiş" bir
ülkeydi... Her türlü Osmanlı mirasını da reddettiği için (borçların
bir kısmı hariç!), "beni kendi halime bırakın, karışmayın, bulaşmayın" der gibiydi dünyaya...
Atatürk'ün yurt dışına hiç çıkmamış olması niçin büyük bir
başarı olarak değerlendirilmiştir?
"Kendi kabuğuna çekilmek, kendi yağıyla kavrulmak" erdem sayıldığı için!
Bu da memur zihniyeti değilse, memur zihniyeti başka nasıl olur acaba?
Ve de Atatürk'ün bazı Anadolu kasabalarını dolaşmış olması niçin büyük birer olay gibi pazarlanmıştır? Hele İstanbul'a her gelişi niçin "tarihi gün" sayılmıştır?
Yani tasavvur edebiliyor musunuz, Hitler'in Stuttgart'a gelişi
bayramı, Mussolini'nin Venedik gezisi şenlikleri, Stalin'in Odessa'yı
ziyaretinin bilmemkaçıncı yıldönümü kutlamaları... Var mı böyle bir
yağcılık?
Toplum o kadar "donuk", ulaşım o kadar yetersiz durumdaydı ki, bir yerden bir yere gitmek başlıbaşına heyecan verici, serüven gibi bir şeydi o dönemde...
Keşke bu gibi çarçur gezilerle övüneceğimize, "Atatürk'ün uçağa binip Atina'ya gitmesi ve eski düşmanlarını kucaklaması, Atatürk'ün Cenevre'de yaptığı ünlü Milletler Cemiyeti konuşması, Atatürk'ün tarihi Beyaz Saray ziyareti, Atatürk'ün meşhur Moskova gezisi, Atatürk'ün unutulmaz Paris barış görüşmeleri" gibi hatıralar
kalsaydı... Ayıp mı olurdu, günah mı?
Belki o zaman cumhurbaşkanlarımızın ya da başbakanlarımızın dış gezileri de memurlarımıza ve memur ruhlularımıza küfür gibi
gelmezdi!...
Atatürk hiç yurt dışına çıkmadı dedik, bu hem doğrudur hem yanlış...
Atatürk yurt dışına çıkmadı ama, Mustafa Kemal çıktı!
Libya'ya gitti çarpışmaya ama orası yurt dışı sayılmıyordu...
Bunun dışında Sofya'ya, Berlin'e ve batı cephesine de gitti görevli
olarak, Viyana üzerinden Karlsbad'a da gitti (Karlovy Vary) sağlık
nedenleriyle...
Ama o zamanlar bir "imparatorluk subayıydı" ...
Hani şu nefret kustukları Osmanlı İmparatorluğu vardı ya, onun
ordusunda subaydı.
1919 yılında ordudan istifa edene kadar bir Osmanlı subayıydı.
Hadi kim hayır diyecekse desin de alnını karislayim.

Hıncal Uluç'un Engin Ardıç'a yanıtı



Atatürk'e dil uzatanlara...

Önce biri hafta sonu hiç yüzü kızarmadan saldırdı gene,
"Atatürk'ün pasaportu var mıydı" diye.. ..
Ve çizdiği Atatürk portresine bakar mısınız?.. "Vizyonsuz..
Memur zihniyetli biri.."
Utanmazlığın ölçüsüne bakar mısınız?..
Yıkılmış, tükenmiş, bitmiş, işgal edilmiş Osmanlı'nın
küllerinden, Avrupa'nın "Hasta Adam" dediği Türkiye'den, modern bir batı cumhuriyeti yaratan adam için çizilen tabloya, aşağılamaya bakarmısınız?..
"Memur zihniyetli, vizyonsuz!.."
Bu korkunç kafaya, bu örümcek düşünceye yanıtı, ayni günün
gecesi, Rus Kızıl Ordu Korosu muhteşem bir yanıt verdi, tesadüfe bakın bu defa, TİM'de.. Ben ordayım üç kardeşimle, Öcal Serpil ve Kemal'le...
Salon son koltuğuna kadar tıklım tıklım doluydu ve herkes,
Atatürk'ün neler yaptığını anlatan Kızıl Ordu korosuna hem de nasıl
coşkuyla eşlik ediyordu..
"Bir hızla kötülüğü geriliği boğarız,
Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız.
Türk'üz bütün başlardan üstün olan başlarız;
Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız."
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri."
"Karanlığın üstüne güneş gibi doğmak" nedir bilir misin sen,
karanlık adam?..
O senin memur zihniyetli, vizyonsuz dediğin adam, o yıllarda
yepyeni bir devlet, çağdaş, bir cumhuriyet kuruyordu, bir ulusun
kaderini değiştiriyor, dünyaya, hele de Müslüman dünyaya örnek
oluyordu, öğretmediler mi sana?..
O vizyonsuz, o "Memur zihniyetli" dediğin adamın dünyadaki
itibarını, saygınlığını bilir misin?..
Efendim "Kimse gelip gitmemiş Türkiye'ye Atatürk zamanında.."

İngiltere Kralı gelmiş ama, o sayılmazmış.. Çünkü adamın zaten
yetkisi yokmuş..
Birleşik Krallık kralının ülkemize, Atatürk'e gelişini bir
formalite sanıyor.. Peki o zaman "Pasaportlu" Abdullah Gül'ün iki
günde bir yurt dışına gitmesi, bu ülkede devlet başkanları ağırlaması
ne?.. Atatürk'e gelen İran Şahı adam değil de, Gül bugün İran'da ne
arıyor peki?..
Adamın, Atatürk'e saldırma gözlerini öyle karartmış ki, ne
dediğini bilmiyor, çelişkiler içinde..
İngiltere Kralı, İran Şahı, gelmemeliymiş de, kim gelmeliymiş?..
Hitler, Mussolini, Stalin.. Verdiği örneklere bakar mısınız?..
Hafazanallah.. Bunlardan biri gelmiş olsaydı kazara, bugün kimbilir
neler yazardı, düşünebiliyor musunuz?.
İngiliz Kralı yetkisiz.. Peki yetkilisi, hem de azılı Türk
düşmanı Lloyd George ne dedi, hem de Birleşik Krallık Millet
Meclisinde..
"Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu
talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip
oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi."
Atatürk uçağına atlayıp Yunanistan'a gitmemişmiş.. Venizelos'la
kucaklaşmamış.. Ama Venizelos yenildiği düşmanı Atatürk'ü 1934 yılında Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş.. Nasıl olmuş bu peki?.. Vizyonsuz, memur zihniyetli, içine kapanık adamdan başkasını bulamamış mı, Yunan Lideri, "Dünya barışına en hizmet eden kişi" diye seçecek?..
Atatürk Mussolini'ye gitmemiş. O da Türkiye'ye gelmemiş.. Ama Atatürk'ün süvarileri İtalya'ya gidip, zamanın en büyük binicilik
kupasını, hem de Mussolini'nin adını taşıyanını Türkiye'ye
getirmişler.. Bu müthiş spor hamlesinin ne manaya geldiğini bilir
misin sen?.. O vizyonsuz, memur zihniyetli adamın, o sıralar nasıl bir Türkiye kurmakla meşgul olduğunu anlayabilir misin, bu örnekten yola çıkıp?.. Aklın erer mi?.
Erer.. Bal gibi erer de işine gelmez söylemek... Sen ve senden
yüz bulup hemen ertesi gün Atatürk'e saldıran yamağın da bilir
bunları, çok iyi..
Kilitleyin bilgisayarınızı gene de, size yağan e-mailler geri
dönsün tamam mı?.. Yüreğiniz o kadar..
Bakın, bugün bu köşede, 20'inci Yüzyılın en önemli adamlarının
Atatürk hakkında söylediklerinden bir derleme seçtim sizin için..
Okuyun, iyi okuyun ve iki günde bir saldırdığınız, sövdüğünüz, dalga geçtiğiniz Mustafa Kemal Atatürk'ün nasıl bir devlet adamı, nasıl bir deha, Türkiye için nasıl bir şans olduğunu iyi öğrenin..
Ne yazık ki, sizin için de büyük şans oldu Atatürk!.
O olmasaydı, bugün bu köşelere oturup bu saçmaları bu kadar
özgür yazma imkânınız olur muydu?..

Hiç yorum yok: