23 Şubat 2009 Pazartesi

Yerli tohumlarımız kanunla yabancılara ...

Tohumculuk alanında çıkarılan kanunlarla yerli tohumlarımız büyük bir tehlike altına girdi. Bu kanunlar tüketicinin, köylünün, çiftçinin aleyhine sonuçlar doğuracak.
Sağlığımız bile bozulacak.
Nasıl mı?

Gözlem Gazetesinden Serkan Aksüyek'in Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır'ın görüşlerini de aldığı haberi şöyle:

Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil.
3 binden fazla 'endemik/ kendine has' bitki türünü barındıran Anadolu toprakları 2004'te yasalaşan 'Islahçı Hakları Kanunu' ile birlikte, devlet eliyle, uluslararası tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011'den itibaren bunu pazarda satamayacak.
Aksi halde başı uluslararası tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.

Tohumculuk Kanunu, kabul edildiği 2006 yılında pek çok tartışmanın odağındaydı.

Karşı çıkışların temelini, ağırlıklı olarak özel sektör kuruluşlarından oluşan 'Türkiye Tohumcular Birliği' oluşturuyordu.
Oysa, bu kanunu tek başına ele alıp eleştirmek, yine tohumculuk şirketlerinin ekmeğine yağ sürüyordu.
Türkiye'nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı.

Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.

5 yıllık geçiş süresinin sonunda Türk halkı ve Türk çiftçisi bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.
Şimdi sondan başa gederek Türk halkının nasıl bir kumpas içine sokulduğunu aktaralım.

Kayıt zorunluluğu

31.10.2006 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan 5553 sayılı 'Tohumculuk Kanunu'nun 5. maddesinde:
'Bakanlık tarafından, bitkisel ve tarımsal özellikleri belirlenerek sadece kayıt altına alınan çeşitlere ait tohumlukların üretimine izin verilir' deniyor.

Aynı yasanın 7. maddesinde ise:
'Yurtiçinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir' hükmü ile kayıt altına alınmamış, ama çiftçinin yüzlerce yıldır ürettiği ve ticaretini yaptığı tohumların ticaretine kesin bir engel konuyor.

Peki, bu sınırlama ne zamandan itibaren geçerli?

Yasanın geçici 1. maddesinde bu sınırlamaya ilişkin 5 yıllık bir geçiş süreci öngörülmüş.
Bu durumda, 31.10.2011 tarihinden itibaren, hemen her çiftçinin yüzyıllardır ürettiği ve kilerinde gelecek dönemi için sakladığı tohumluklar, şayet kayıt altına alınmamışsa ticarete konu olamayacak.
Yani, elinde fazla tohumu olan çiftçi Hasan Ağa bu tohumunu komşusuna veya pazarda ihtiyacı olan diğer çiftçilere satamayacak.

Ya satarsa ne olacak?

Aynı yasanın 12. maddesine göre ilk etapta 10 bin YTL (10 milyar TL) idare para cezasına çarptırılacak.
Fiilin tekrarı halinde beş yıl süreyle faaliyetten men edilecek, tohumluklara Bakanlık tarafından el konulacak.

Müsadere edilen tohumlukların imha edilmesine karar verildiği takdirde, imha masrafları çiftçi tarafından ödenmek şartıyla Bakanlık tarafından gerçekleştirilecek.

Zaten yokluklar içinde yaşamını sürdüren çiftçi, borcunu ödeyemezse haciz işlemi uygulanacak, yine ödememekte direnirse mapushane damını görecek.

O 'birisi' kim?

Atadan, dededen, babadan kalma yöntemlerle üretilen tohum, kayıt altına alınmamışsa ticareti yapılamayacağı gibi, tohumluk olarak kullanımına da izin verilmeyecek.
Çiftçinin bu ihtiyacını, üreten birisinden satın alması gerekecek.
İşte bütün mesele o 'birisi'nin kim olacağı noktasında düğümleniyor.

Haberimizi buraya kadar okuyanların 'İyi de kardeşim ne var bunda, çiftçi gitsin tohumunu tescil ettirsin, ticaretini de yapsın' dediklerini duyar gibiyiz.

İş bununla bitmiyor!

Tohumculuk Kanunu'nun altyapısını oluşturan bir başka kanun, adeta bu iş için özel olarak hazırlanmış!
8.1.2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5042 sayılı 'Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahatçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun' işte tam bu aşamada devreye giriyor.
Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yaklaşık yüzde 90'ı uluslararası şirketler.
Dünya tohumculuğunu 6 büyük tekel elinde bulunduruyor.

Bunlar Novartis, Monsanto, Cargill, Dupont, ADN ve Bayer.

Bu firmaların Türkiye'deki tohumculuk firmalarıyla hisse bazında ya da bayilik yoluyla kurdukları ortaklıkları bulunuyor.
5042 sayılı yasaya göre bu firmalar Türk çiftçisinin tohumlarını alıp, patent ve fikri mülkiyet haklarına sahip olacaklar. Şirketlerin hakları ise yine bu yasayla güvence altına alınmış olacak.

Yani, önce Tohumculuk Yasası ile çiftçiye 'Arkadaş sen bu tohumluğunu kullanamazsın' denecek,
sonra da o tohumları tescil ettiren şirketlere 'devlet eliyle' pazar yaratılacak.
Şaka gibi değil mi?

Türkiye'nin bugün özellikle sebze tohumlarında yüzde 90 oranında yabancı şirketlere bağımlı olduğunu da anımsatmak gerekiyor.

Hakem Heyeti ne iş yapacak?

Bu noktada sorunun bir başka muhatabı ise Tohumculuk Kanunu ile kurulma kararı verilen Türkiye Tohumcular Birliği olacak.
Yasanın 16. maddesinde birliğin kuruluş çalışmalarına ilişkin kapsamlı hükümler yer alıyor.
Birlik; bitki ıslahçıları, tohum sanayicileri ve üreticileri, fide üreticileri, fidan üreticileri, tohum yetiştiricileri gibi pek çok alt birliğin çatı kuruluşu olarak örgütleniyor.
Buraya kadar da her şey normal görünüyor.

Sorun, birliğin bünyesinde kuruluş şeması verilen Hakem Kurulu ile ilgili!
Alt birliklerin kendi üyeleri arasından iki yıl için seçecekleri, konunun uzmanı kişiler tarafından kurulan Hakem Heyeti'nin görevleri arasında 'yargılama' anlamına da gelecek 'örtülü ve içi doldurulmamış' cümleler bulunuyor.
İşte görev tanımından iki dikkat çeken örnek (Madde 33):

* Birlik ve alt birlikler, alt birlikler ve üyeleri ile alt birlik üyeleri ve üçüncü kişiler arasında ortaya çıkacak ihtilafları uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlik yoluyla çözmek.

* Birliğin uluslar arası uzlaşma, arabuluculuk ve hakemlikle ilgili yükümlülükleri çerçevesindeki görevlerini yürütmek.

Birliğin üyeleri arasında ağırlığı ise yabancı şirketler oluşturacak.

Kısacası Türkiye, başka devletlerin 'uzay araştırmaları ile bir tutma' derecesinde önem verdiği bu sektörü, yabancı şirketlerin ağırlığındaki 'Tohumcular Birliği'nin insafına ve tasarrufuna teslim etmiş durumda.

VE İŞTE GÖRÜNMEYEN KONUŞULMAYAN TEHLİKE: UPOV

Türkiye'nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil.

Kısa adı UPOV olan 'Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007'de, 65 nci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalacak.

Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV'a Türkiye'nin yaptığı başvurunun gerekçesinde;
'Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye'nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği' belirtiliyor.

Buna acaba, 'sanılıyor' desek daha mı doğru?

Bakalım gerçek söylendiği gibi mi?

UPOV'un Uluslararası Patent Birliği'nin tohumculuk sektöründeki karşılığı olduğuna dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, bu noktada insanın kanını donduran açıklamalar yapıyor.

İki yasal düzenleme sonunda UPOV'a üye olarak yabancı şirketlerin Türkiye'yi tamamıyla ele geçirmesinin kapısını açtığı savunan Prof. Sındır şunları söylüyor:

'İşin özü şu:
Mesela Anadolu'da pek çok buğday çeşidimiz var.
İç Anadolu'ya, Ege'ye, Karadeniz'e, Çukurova'ya özgü iklim şartlarına göre farklılık gösteriyor.
Bunlar on binlerce yıldır bölgesel ve ekolojik farklılıklar nedeniyle çeşitlenmiş.
UPOV üyeliği ile uluslararası tohum şirketlerinin hakları yasal koruma altına alınacak; tohumluk üretimi, satışı ve dağıtımı da korunacak.
Çiftçiye 'sen kendi tohumunu yapamazsın' denilecek.
Öncelikle zengin biyoçeşitlilik yok olacak.
Zararlılara, hastalıklara karşı dayanıklı olan çeşitleri üretemez olunca, bu şirketlerin tohumlarını satın almak zorunda kalacak.
Dayatılan bu tohumlar, büyük olasılıkla o yörenin ekolojisine uyum sağlamayacak.
Dayanımı artırmak için bu kez ilaç ve gübreye ihtiyaç duyulacak.
Ekolojiye uygun olmadığı için verim ve ürün kayıpları yaşanacak.'

Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de basın organlarının sadece Tohum Yasası'nı eleştirme yanlışına düştüğünü, olayın bütünün görmeden yapılacak yorumların yine yabancı tohum şirketlerine yarayacağını belirtti.

Türkiye'nin yerel tohum şirketlerini koruma altına almadan ve genetik kodlarını tescillemeden UPOV'a üye olmasının büyük bir hata olduğunu söyleyen Sındır;
Kendisinin bir akademisyen olarak tohuma patent alınmasına karşı olduğunu söyledi:

'Bir canlı organizma üzerinde fikri mülkiyet hakkı olamaz.
Yani sizin bir Alman kurdunuz var, doğum yapıyor.
Ben bunu tescilledim, artık her Alman kurdu sahibi doğum yaptırırken bana soracak diyorsunuz.
Doğanın mülkiyeti bu. Senin şahsi mülkiyetin olamaz.

Ben kuraklığa dayanıklı bir çeşit geliştiririm.
Yeni ıslah çalışmaları elbette yapabilirim.
Ve çiftçiye 'Bu güzel bir tohumdur, şöyle kalitelidir, besin değeri şöyle yüksektir, fiyatı şudur' derim.
Çiftçi Hasan Ağa bunu ister alır, ister almaz.
Ama, al bunu kullanmak zorundasın diyemem.
Çiftçinin ürettiği tohumun üzerine gidip 'ben bunu ıslah ettim, genetik kodu artık benimdir, bunu kullanacaksın diyemezsiniz.'

Sındır, Uluslararası Gıda Örgütü'nün (FAO) resmi kayıtlarına göre;
1970'ten sonra biyoçeşitlilikte yüzde 75'lik kayıp yaşanmasının, söylediklerinin kanıtı olduğuna dikkat çekti.

UPOV ÜYELİĞİ SONRASINDA NELER YAŞAYACAĞIZ?

UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler hızla yok olma sürecine girecek.
Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak.
Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak.
Küresel ısınmayı hızlandıracak.
Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek.
Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hâkimiyetleri artacak.
Ürün çiftçinin elinden daha ucuza alınacak.
Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak.
Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.

TEKELLERİ KORUYAN YASA JET HIZINDA
ÇİFTÇİYİ KORUYAN SUMEN ALTINDA

Tohumculuk sektörünü uluslararası tekellerin eline bırakacak yasal altyapı, maşallah dedirtecek hızda ve içerikte Meclis'ten geçirilirken, Türkiye'nin asıl zengin bitki çeşitliliğini koruması gereken yasal altyapı, yani 'Biyogüvenlik Yasası' yıllardır Meclis gündemine gelmeyi bekliyor.

Bugün tüm Avrupa'da yaklaşık 11 bin 500 bitki türü bulunuyor.

Oysa sadece Anadolu coğrafyasında 11 bin bitki türü yer alıyor ve bunun da yaklaşık 3000-3500'ünü endemik, yani anavatanı Anadolu olan ve buradan başka bir yerde görülmeyen türler teşkil ediyor.

İşte bu zenginliğin, gelişmiş tüm ülkelerde olduğu gibi koruma altına alınması ancak Biyogüvenlik Yasası ile mümkün.

Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) İzmir Şubesi Başkanı Kamil Okyay Sındır, Türkiye'de bitki genlerinin korunmasını yasal şartlara bağlayacak olan yasanın 4 yıldır tasarı halinde bekletildiğini anımsatarak şunları söyledi:

'Tohumculuk Kanunu'nun AB Uyum Paketi içinde yer aldığı ve öncelikle çıkartılması gereken yasalardan biri olduğu söylendiyse de, AB ile yapılan müzakerelerin hiçbirinde böylesi bir yasanın çıkarılması yönünde talep yoktu.

Sektörün tek egemen kesimi olan uluslararası şirketler, bu topraklarda yüzyıllardır, doğanın ve insan emeğinin oluşturduğu tohumları patentlemeye çalışıyorlar.'

Türk çiftçisinin binlerce yıldan gelen bilgi birikimiyle ıslah ettikleri tohumlukların üzerindeki haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunan Sındır, böylelikle temel üretim girdilerini her yıl bir önceki yıldan daha zor temin etmeye başlayacakları uyarısını yaptı.

Serkan Aksüyek / Gözlem

Hiç yorum yok: