30 Mart 2009 Pazartesi

Alman “Mercedes”, Fransız “Peugeot” AKP’ye minnettardır!

AKP iktidarı seçime beş kala sözde ekonomik tedbir paketi açıkladı.

Bir paket ki evlere şenlik. Sanki Alman, Japon, hükümetlerinin ekonomik kurtarma paketi mübarek.

Otomobil ve dayanıklı tüketim mallarında yani TV’den, çamaşır makinesine alınan ÖTV’lerde 3 ay süreyle kademeli bir indirime gitti.

Türkiye’de üretilen ve/veya bir kısmı ülkemizde imal edilen otomobil veya elektronik eşyaya değil de, genele yönelik yapılan bu indirimin Türk sanayisine, imalatçısına ve de işçisine bir hayrı yok!

Örneğin Otomotiv Sanayii Derneğinin 11 Mart 2009 tarihli basın bültenine baktığımızda ne demek istediğimiz daha iyi görülüyor. Türkiye’de 2007 yılında Ocak –Şubat aylarında toplam 30.395 adet otomobil satılmış bunların %70’i ithal otomobiller. 2008 yılının ilk iki ayında ise 39.784 otomobil satılmış, bunun da %70’ini ithal otomobiller teşkil ediyor.

2009 yılında da durum değişmiyor. İlk iki ayda 27.665 otomobil satılmış bunun 17.978 adedi ithal.

Artan döviz kurlarına, duran üretime, rekor boyutlardaki işsizliğe rağmen, siz milyonlarca dolarlık dövizinizi “ithal otoların“satılmasına tahsis ederseniz, ya niyetinizden ya da bilginizden şüphe edilir.

Yerli üretimi ve üreticiyi teşviğe, bu suretle istihdama desteğe, herkes saygı gösterir.
Ama döviz açığı olan, bu nedenle riskli ülke kategorisinde görünen Türkiye’nin ithalatı özendirici vergi teşviki vermesi inanılır gibi değil.

Bunun akıl, mantık ve vicdanla izahına da imkân yok. AKP iktidarı aylardır ekonomik krizi anlamadı, tam anladı derken bu kez de yanlış anladığı ortaya çıktı. Sosyal faciaya dönüşmekte olan işsizliğin çaresi olarak ithal oto ve elektronik eşyada ÖTV indirime gitmek için herhalde iyice şaşırmış olmak gerekir.

Var mı böyle bir kabadayı?

AKP, IMF ile seçim ertesi kuzu – kuzu anlaşacak.
Aksine bir çaresi de yok, niyeti de yok. Tüm yaptığı, esnaf – köylü – emekli – işçi – KOBİ ve çalışanları seçime kadar oyalayarak, durumu idare etmektir.

IMF ile 1999 yılından bugüne kadar 10 yıldan beri kesintisiz stand-by programı uygulayan Türkiye’nin bugün geldiği nokta yine – yeniden IMF’den borçlanmak olmamalıydı.
2000 yılında %6-7 aralığında olan resmi işsizlik oranı, IMF’li 10 yılın ardından bugün %13,6’ya çıkarak yüzde yüz artmış olmamalıydı.

Türkiye, Ukrayna, Macaristan, Letonya ve Pakistan gibi IMF’yle anlaşmak zorunda kalan ekonomik krizin en batık, en zavallı hale getirdiği ekonomilerin arasına girmeye aday olmamalıydı.

IMF ile anlaşma yapılırsa, sıcak para ve yabancı sermaye girişinin yeniden başlayacağını sanacak kadar saf olmamalıydı.

Ama maalesef AKP, TÜSİAD ve onun çıkarcı sözcülerinin, dümen suyunda yine sıcak para, yüksek faizle IMF’den halkı borçlandırıcı hatalı politikalarına aynen devam edecek gibi görünüyor.
AKP, seçim meydanlarında IMF’den 23 milyar dolar borçla iktidarı devir aldıklarını bu borcu bugün 7.8 milyar dolara indirdiğini söylüyor.
Ama 2005 yılında IMF ile stand-by yaparak 10 milyar dolar daha borçlandığını nedense söylemiyor.

Yeni bir IMF borçlanmasının daha yapılması halinde, dünyadaki 185 IMF üyesi ülke arasında en borçlu ülkenin Türkiye olacağını ise maalesef milletten gizliyor.

Türkiye, gerçekçi kur uygulamasına geçmelidir. Sıcak paraya dayalı ithalat bazlı bir büyüme modelinin artık sürdürülemez olduğunu kabul etmelidir. Yerli üretimi ve üreticiyi teşvik etmeli, Alman Audi, Japon Sony ithalatına vergi indirimi yerine, kendi ülkesinin üretici ve işçilerine destek veren indirimleri hayata geçirmelidir.

Alman işçisi Hans’ı, Japon işçisi Fukayama’yı kurtarıp, kendi 5,5 milyon işsizini ihmal etmemelidir.

IMF’den kısa vadeli, yüksek faizle halkını borçlandırmak yerine, yurtdışında 60 milyar doları olduğu söylenen, kendi zenginlerinden, varlıklı kesimlerinden, bir defalık, ulusal dayanışma için “net aktif vergisi” almalıdır.

27 Mart 2009 Cuma

Bu gidişata "dur" demek için bir fırsat

Bağımsızlık savaşımızın ardından, İsmet Paşa'nın Lozan'daki inadı ile alınan Diplomatik başarı sonrasında, İngiliz dışişleri bakanının bilahare kullanmak üzere cebine koyduğu kartlardan bu güne, güzel vatanımız yabancı toplum mimarlarının ve mühendislerinin faaliyet gösterdiği şantiye alanına döndürülmüştür.

Bu projenin ana hedefi Türk toplumunu bölerek vatandaşlarını birbirlerine düşman ederek güçsüzleştirmek ve bağımsızlığını elinden alarak onları köleleştirerek yönetmek ve dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olan, bu toprakların ürettiği ekonomik değerleri sömürmektir.

Oysa yabancı toplum mimarlarının yaratmaya çalıştıkları teslim olmuş bir Türkiye de Deniz Baykal figürü, planları bozma ihtimali yüksek risk unsurlarından biridir. Çünkü hem CHP’nin kurucu kültüründen beslenmiş hem de akademik ölçekte kendisini yetiştirmiştir. Ayrıca Cumhuriyetin kazanımlarını her koşulda savunabilecek donanıma sahip ve her türlü projenin, senaryonun farkına varabilecek ve oyunları bozabilecek çapta bir siyaset ve devlet adamıdır.

Öyleyse imaj bombardımanıyla dar alana hapsedilmeli ve etkisiz hale getirilmelidir.

Bunun gereği olarak, 1970’li yılların sonunda başlayan uydurma bir
‘’Menderesin yakasına yapışan Baykal’’ senaryosuyla Deniz Baykal’ın yakasına iliştirilen antipatik politikacı imajı ile süreç başlatılmıştır.

Öyle ya! Asılarak idam edilen mağdur başbakanın yakasına yapışan bir politikacı, daima mağdurun yanında olan Türk toplumunun hafızasına başka nasıl yerleşebilirdi ki.


Buna bir de, Deniz Baykal’ın tasfiyesinden fayda uman ve kişisel menfaatler odağında siyaset yapanların ortaya attığı “uzlaşmaz’’ ve “hizipçi’’ yakıştırmaları eklenince yaratılan bu kötü imaj bombardımanının olumsuz etkisi ister istemez artmıştır.



Bu imajı silmek için gerekli olan medya desteğinin oluşmasını beklemek, tabii ki çok iyimser bir bakış olur. Çünkü bu projeyi hayata geçiren toplum mühendis ve mimarlarının işyerleri, çalışma alanları zaten bu medya kuruluşlarıdır.


Geldiğimiz noktada artık, Cumhuriyet değerlerinin hiç olmadığı kadar ciddi bir tehdit altında olduğunu görüp cumhuriyeti kuran anlayışa destek vermenin zamanıdır.

Ülkenin içinde bulunduğu bu durumda Baykal’ı bahane ederek CHP’ye vuran ve ’’Parti başarısız olsun da bize ikbal doğsun’’ gibi sakat bir anlayışa hizmet eden hiçbir Türk aydını, neden olacağı yıkıntının altından kalkamaz.
















Hiç kimsenin ‘’Ben Baykal’ı sevmiyorum o yüzden CHP’yi desteklemiyorum’’ gibi bir mazeretle, Cumhuriyetin kazanımlarını riske atmaya hakkı yoktur, Hele bunu demokrasi havarisi görüntüsünde yapıyorsa hiç yoktur.





EY, NECİP TÜRK AYDINI! BAYKAL’A VE CHP’YE VURMAYI BIRAK, KENDİNİ VE ÜLKENİ KURTARMAYA BAK.

CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIK…

24 Mart 2009 Salı

Sunay Akın'dan Günün Sözü

Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir.

Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.
Uçamayanlar ise tavuk olur...

"Tavuk Toplum" önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz."

--Sunay Akın

20 yıl önce grev yapan bir ekip

18 Mart 2009 Çarşamba

Sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamı

"İstanbul Üniversitesi'nde öğrenci olduğum sıralar, okul duvarında bir ilan gördüm:

"Avrupa'ya talebe yollanacaktır. "

Allah Allah, dedim! Ülke yıkık dökük, her yer virane, Lozan yeni imzalanmış, bu durumda Avrupa'ya talebe... Lüks gibi gelen bir şey...

Ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk, "Berlin Üniversitesi'ne gitsin." diye yazmış.

Vakit geldi, Sirkeci Garı'ndayım, ama kafam çok karışık.Gitsem mi, kalsam mı? Beni orada unuturlar mı? Para yollarlar mı?

Tam gitmemeye karar verdiğim, geri döndüğüm sırada bir posta müvezzi ismimi çağırdı.

"Mahmut Sadi! Mahmut Sadi! Bir telgrafın var."
"Benim" dedim.
Telgrafi açtım, aynen şunlar yazıyordu:
"Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz."
İmza
Mustafa Kemal


Okuyunca düşündüklerimden olağanüstü utandım. "Şimdi gel de gitme, git de çalışma, dön de bu ülke için canını verme" dedim."

"Düşünün 1923'te o kadar işinin arasında 11 öğrencinin nerde, ne zaman, ne hissettiğini sezebilen, ona göre telgraf çeken bir liderin önderliğinde bu ülke için can verilmez mi?"

Çok başarılı oldum. Ülkeme alev olarak döndüm. Önce Istanbul Üniversitesi Genel ve Beşeri Fizyoloji Enstitüsü'nü kurdum.

Kürsü başkanı oldum. Daha sonra ülkemin başbakanlığını yaptım.
Ben kim miyim?
Ben sadece iki satırlık bir telgrafın yarattığı bilim adamı Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak'ım."

16 Mart 2009 Pazartesi

Unakıtan'dan yeni bir rezillik daha

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ögretim görevlileri ve Mezunları Avrupa'daki Üniversitelerle herhangi bir denklik sınavına tabii tutulmadan,
direkt Muayenehane açabilme yetkisi verilmiş ilk ve tek Türk üniversitesidir.

UNAKITAN'ın kişsel tercihi olup Amerika'ya gitmesi bizi hiç ilgilendirmez..
Basar parasını gider...
Ama DEVLETİN PARASIYLA HACETTEP'den SEVK'li gitmiş olması HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ'ni yok saymaktır.

Umarım Dünya'nın en saygın Hocalarını bünyesinde barındıran Hacettepe üniversitesi bir an önce bir acıklama yapar.

Bu Hacettepe'nin de içine çekildigi büyük bir rezalettir..



BYPASS ameliyatı olmak için ABD'ye giden Maliye Bakanı Unakıtan'ın masraflarını devlet karşılasın diye, Hacettepe hastanesi "bu ameliyat Türkiye'de yapılamaz, yurtdışında tedavisi gerekir" diye rapor düzenlemiş , devletin hakem hastanelerinden biri olan Ankara numune hastaneside bu raporu onaylamış.

Y O R U M :

Maliye bakanı kemal unakıtan'a gerekli olan by-pass ameliyatı Türkiye'de yapılamaz diye rapor veren Hacettepe üniversitesi hastanesi ve bu raporu onaylayan hakem hastane olan Ankara numune hastanelerine bundan böyle kimsenin güveni kalmaz. çünkü raporu yazan ve onaylayanlardan başka bu hastanelerde yüzlerce hekim çalışıyor, ama bu konuda kimseden ses çıkmıyor. ses, Sivas'tan bir hekimden geliyor..
Bravo Sivas, Sivas kongresi ile Cumhuriyetimizin temel taşlarından biridir ve bu özelliğini , bu olayda da görüldüğü gibi, devam ettirmektedir. Ne mutlu Sivas halkına, böyle yüce bir özellikleri var.

K. Unakıtan'a gelince, haklı çıktı.. böyle rapor veren hastanelere güvenilmez. Unakıtan, bir vatandaşın asla yaptıramıyacağı bir işlemi, hemen, bir iki gün içinde yaptırıp amerika'ya gitti. tüm masraflar, refakatçiler- anlaşılan bu olayda refakatçi değil refakatçiler- ameliyat, otel, uçak, taksi, yemek içmek devletten.

Dr.Özgen Dirim
Ankara

13 Mart 2009 Cuma

Coca Cola Rezaleti Bölüm II: Turkuaz

Ülken ABD ve AB emperyalizmine peşkeş çekilmişse, Coca Cola'yı da, Turkuaz kuyu suyunu da %99'u bilinçsiz müslüman olan halkımıza zemzem suyu diye içirirler işte böyle.

Ne diyelim, bir zamanlar Amerikan tetikçiliğini milliyetçilik sanan "milliyetçi-mukadesatçı" ve de "Türk-İslam sentezci" kör gençlerimiz ABD 6. filosunu Kabe kabul edip bu gemilere dönüp namaz kılmışlardı İstanbul'da. Bu insanlar bugünün Türkiye'sini yarattılar işte. 6. filonun askerlerini denize döken bilinçli gençlerimiz ise darağacına çekildiler. Ülkemiz artık ne yazık ki ATATÜRK cumhuriyeti değil.

Kuyu suyundan yola çıkıp nerelere geldik.


Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım, görevliye şöyle sordum: '1,5 lt. su var mı? Ama Turkuaz dışında lütfen' Turkuaz çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artik. Para verip kötü su içmeye hiç niyetim yok! Marketteki adamın dediklerini aynen aktarıyorum:
-'Ağabey, ben o sudan satmıyorum. İnan ki gelen müşterilerden onda dokuzu senin söylediğin şeyi soyluyor'
-'Peki, neden halen satıyorlar?' diye sordum. 'Ağabey, Turkuaz suyu, marketlere bedava veriliyor, satarsan kâra geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok.

Ayrıca CocaCola satanın Turkuaz da satma zorunluluğu var, hatta başka su sattırmamaya çalışıyorlar.' Uzun söze gerek yok; hiç kimse almazsa, hiç kimseye satamazlar... Lütfen okuyun, okutun! Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Türkiye'de bazı şişeli içme suları doğal kaynak suyu değil.

Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, artı bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek. Dolayısıyla CocaCola ne yaptı, kaynak suyu araştırmalarının maliyetlerini çok yüksek bulduğu için Bursa/Kestel ovasındaki CocaCola fabrikasında derin kuyu pompalarıyla
ovanın suyunu çekerek bunu da termostan geçirip filtre ederek hem CocaCola meşrubatını hem de Türkuaz'ı şişelemeye başladı. Türkuaz'ın etiketinin üst ve altındaki Kahverengi şeritlere dikkat edin:
-'Sofra İçeceği' yazar. Devlet, CocaCola'nın uyanıklığını kanuna uydurmak ve uyanıklığa yapılacak itirazları bertaraf etmek için böyle bir kural çıkardı! Binlerce dönümlük tarım arazisinin bulunduğu ve CocaCola hariç hiçbir İşletmeye 'derin kuyu pompası' çakma izni verilmeyen Kestel ovasında, yeraltından çekilen su, filtre edilip daha sonra içine bazı
mineraller katıldıktan sonra Türkiye'nin en ücra kasabalarına bile satılıyor ve lıkır içiliyor. Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse Turkuaz harici içme suyu bulamazsınız çünkü dağıtım ağı çok güçlü.

Bayilere baskı bile olduğu yolunda duyumlar aldım. Turkuaz içmeye devam edecekseniz, unutmayın, yapay bir su içiyorsunuz. Duyarlı bir vatandaş olarak konuya dikkatinizi çekerim. Her tarafı doğal kaynak sularıyla dolu memlekette, millete kuyu suyunu zorla ve de üstüne para alarak içiriyorlar. İçmeyin arkadaşlar!

Yazarın Notu:
Kola'nın ülkesi'nin 1960 lı yıllarda, özellikle ilkokul öğrencilerine
ücretsiz sut tozu, balık yağı ve peynir yardımı yaptığını, bu
tarihlerden sonra Anadolu tarihinde ilk kez çocuk felci vakalarının görüldüğünü ve
de sonraları çocuk felci aşısının 'rutin aşılar' arasına sokulduğunu, bu
aşıların bizlere büyük paralarla satıldığını HATIRLAYIN VE UNUTMAYIN.
Küba gibi bir ülkenin 'İnsan sağlığıyla ticaret olmaz' diyerek, (ABD de
bile patent aldığı) kanser asisini, yoksul ülkelere ilacı, isteyen
ülkelere de patentini ücretsiz verdiği, buna karşın tüm AB/ABD/İsraillin
yapay hastalıklarla hazinemizi ve sağlığımızı emdiklerini BILIN VE
UNUTMAYIN.. Ücretsiz' adini bile söylemeyen bu malum firmalar, 'ücretsiz
su veriyorlarsa' bunun nedenini DÜŞÜNÜN VE BULUN!!

Y.Doç. Dr.Cemalettin CAMCI
Fırat Üniversitesi Genel Cerrahi
Elazığ-Türkiye

Yeni Parti Yeni Türkiye için Hazır

Türkiye’nin içine düşürüldüğü rejim sorunu giderek boyutlanmaktadır. Ağzı bozuk ve giderek meşruiyetini zorbalığından almaya başlayan iktidar, demokrasimizi tehdit etmektedir.

Bütün tarihi kendi kısır özgeçmişine ve saplantılarına indirgeyen bu anlayış AKP’dir. Hukuku, orduyu ve diğer kurumlarımızı kendileştirme yolunda bir hatalar silsilesi kurmuştur. Basına baskı konusunda Kanaltürk sürecinde yaptıklarının boyutuna yakından tanık olduğumuz bu siyasi yapı, artık hükümet etme alışkanlıklarını devletin partizanlığa sürüklenmesi noktasına çekmiştir.

DTP ile küs ama Kürt Hamaslarıyla barışık; Ergenekon diye, 28 Şubat intikamı ve muhalif susturmacaya evet ama darbecilerden hesap sormaya hayır; TSK (Ordu) içinde Fetullahçı ihracına hayır ama DTP dışlanmasına ve TSK’nın gayet yanlış siyasi açıklamalarına evet.

Bunun adı iki yönlülüktür.

Cumhuriyet gazetesinin beyaz sayfalarla çıkması yerinde ve tam da zamanında bir uyarıdır. Bunu Türkiye gayet net algılamalı ve içine sürüklendiği faşizme karşı net bir tavır almalıdır. Kurumlar, Cumhuriyeti, Atatürk Devrimciliğinin ve “Vatan, Namus, Ahde Vefa” ilkelerinin ışığında korumak zorundadırlar. Malezyalaşma yolunda değil.

Dinimizin çok sesliliği ve Peygamberimizin demokratik yaklaşımlarını yok sayan, dini kendi politikasının arka bahçesi olarak gören ve kendi cemaat, tarikat açılımını topluma baskı ile kabul ettirmeye çalışan bu anlayışı Türkiye’de siyaseten yenmek durumundayız. Bunu ülkemizi, dinimizi ve Peygamberimizi bu cehaletin elinden kurtarmak için yapmalıyız. Öyle bir Türkiye yarattılar ki 7 yılda o, tarikat şeyhinden; o, cemaat patronunun yandaşlığından Peygamberimizin yolunda yürüyen insan kalmadı. Biz bu günahın ve faşist siyasetin oyuncağı olmayacağız. Türkiye’yi, allahımızı ve Peygamberimizi, insanlarımızı bu zulmden kurtaracağız.

Aleviden çok Alevi

Kürtten çok Kürtçü

Türkten çok Türkçü

Müslümandan çok Dinci

Solcudan çok Solcu

Sağcıdan çok Sağcı

Araptan çok Arap

Amerikalıdan çok Amerikancı

Filistinliden çok Filistinli

En muhafazakar

En demokrat

En sosyetik

En işbilir

En zengin

En delikanlı

En despot

En duygusal

En mağdur ve gözüyaşlı

En karizmatik

En ekonomik karar verici

Bütün yarışların birincisi

Herşeyin en’i ve büyüğü

Keramet ehlinin önderi

Liderlerin lideri, her şeyi bilen abi

En bilgili

En görgülü

Kodu mu oturtan

Bilmedikleri ve yemedikleri ardından koşan

Recep Tayyip Erdoğan ve AKP



Siz neymişsiniz!

15 yıldır belediyelerde, 7 yıldır hükümette gördük.

Artık son sözünüzü, baskınızı, kodamanlarınızı ve adamlarınızı alıp gitme zamanınız geldi.

Bu tek sesli, tek bakışlı, baskıcı yönetim bitecek.

Sizinle; telefoncularınız, ortam dinlemecileriniz ve hukuksuzluğunuz da gidecek. Millet oh diyecek.

Ve tarih sizin yalakalarınızı, yanlışlarınıza güzel sebep bulucularınızı da yanınıza katacak.

O gün Türkiye’nin nasıl bir demokrasi, hukuk devleti olduğunu “BİZ”den öğreneceksiniz.

Yeni Parti, Yeni Türkiye’yi ne yaparsanız yapın oluşturacak.

Aklında gelip de gitmemek olanlar; halkın tokadının ne demek olduğunu görecek, tadacak, yaşayacaklar.

“Karanlığın üzerine güneş gibi doğduğumuzda” gözleri kamaşacak.

Türkiye bu zalimleri, zulmüyle yazacak. Halkımız iktidara gelecek. Yeni Parti kazanacak.

Göreceksiniz!



Tuncay Özkan

Yeni Parti Genel Başkanı

www.yeniparti.org.tr

8 Mart 2009 Pazar

Çekirdekten gelerek siyasetçi olmak, devlet adamı olmak için yeterli midir?

Siyaset ayrı iştir, Devlet Adamlığı ise çok farklı ve ayrıdır.
Devlet adamı vasfını alabilmek için çok özellik, birikim gereklidir.

Devlet adamı uygar davranır,
Sinirlense ve öfkelense de belli etmez.
Siyaset bilimini, tarihle harmanlamıştır.
Lafının ölçüsünü, endazesini bilir!

Uluslararası ilişkilerin geçmişini bilmiştir.
Dünya siyaset tarihinde ülkesinin yerini ,
düşmanlarını , ülkesine yapılmış olanları çok iyi bilir.
Bunların temelinde geleceğe ait alternatifli öngörüleri vardır.
Ahlaklı ve erdemlidir.
Entellektueldir. ..
Uç kuruş-beş paraya ülkesini satmaz !

Özü, sözü doğru, adam gibi adamdır Devlet adamı ...

Her şeyin en iyisini ben bilirim diyecek kadar da narsist değildir.
Ekip çalışmasına yatkındır.
çevresini gerçek bilge , uzman , yetkin kurmaylarla donatır.

Örneğin ;

Bizden diye , yanına tekstil tüccarını Dışişleri bakanı olarak almaz !

Örneğin ABD'de mütercimlik yapan kişiyi ,
Önce milletvekili ,
Sonra AB'den sorumlu bakan yapmaz !

Örneğin İngiltere uyruğunda bulunan bir kişiye,
Ekonomiden sorumlu kılan bakanlığı vermez !

Kendi ülkesinin en itibarlı Bakanlığının değerli hariciyecilerine
üst üste "monşer" demez !!!
Tahkir etmez, hakaret etmez !

Yüksek yargıyla- Orduyla - halkıyla kavga etmez !!!
Bolucu değildir.
Birleştirici , bütünleştiricidir !!!

Vatanseverdir.

Yabancı Devlet başkalarıyla yapılan önemli toplantılarda ,
Dışişleri Bakanlığının sorumlularını kapı dışında tutmaz ?
Neler konuştuğunu Devletten saklamaz !!!

Devlet adamın,
Sözlerin içinde ince mizahla donatılmış akilci mesajlar olur.
Yani , lafı kodu mu oturtturur !!!

Davos'da Gazze konulu panelde,masadan öfkeyle kalkarak giden
Başbakan Erdoğan'ı üzüntüyle izledim.
Türkiye böyle bir yönetimi ve yöneticileri hak eden bir ülke değildir.

Başbakan ,Türkiye'de olsa , kendisini kızdıranları toz duman ederdi.
Kendisine "emekliyim , açım " diye bağıran isçi emeklisine yapılanlar ,
O kişilerin başına gelirdi.

Ne mi olurdu ;

Aynen Antalya'da olduğu gibi !
Yaslı adamı , Başbakanın korumaları yaka paça tutuklar,faullü gizli darbelerle arabaya bindirir, kenar köse bir yerde daha da döverek , şehre uzak bir yerde bırakırlardı.

Şayet etrafta medya ve kameralar varsa ;
"Ananı da al git " diye adamı kovardı.
Daha sonra da kamu görevlileriyle adama baskı uygulatır.
Anasını alıp da gitmediğine pişman ederdi.

Veya bir sabah erkenden kapısı çalınır ," sıra size geldi " derlerdi !

Eh Davas gibi bir yerde bunları yapamayacağı ve yaptıramayacağı için ,
Ülkesinin hakkini koruyabilecek , akilli ve Devlet adamına yaraşır sözler etmek yerine, savlarını , düşüncelerini ,gerçeklerin, aklin , bilginin , hakliliğin temeline
oturtacak sözleri söylemek yerine , Başbakan Erdoğan kızdı , öfkelendi , kendisini kontrol edemedi. Kalktı ve meydanı terk ederek gitti..


Geçenlerde bir karikatür İnternet ortamında dolaşıyordu .

Bir odaya koşarak giren adam, masa başındaki bilim adamına söyle diyordu ;

"profosör, Türk'ler yüzde yüz koyun insanlar yapmışlar"

Başbakanı karşılatmak için,
Atatürk havaalanına ,
Çalışmaması gereken saatte metroyu çalıştırarak,
Bindirilmiş AKP kıtalarını hava alanına taşıtan İstanbul Belediye reisinin bu kanun dişi uygulamasını görünce, gecenin kör ayazında ellerinde bayraklar, ne zaman hazırlandığı anlaşılamayan hamaset pankartlarıyla başbakan Erdoğan'ı karşılayan bu topluluğu görünce bu karikatürü anımsadım!

"profosör, Türk'ler yüzde yüz koyun insanlar yapmışlar"

Başbakanlarının bir toplantıda, toplantıyı yönetene kızdığını söyleyerek
masayı terk etmiş olmasını,
Hangi ülkenin akli basında olan insanları kahramanlık olarak niteler ?
Bu bir kahramanlık midir ?

Bu söz düellosundan kaçmaktır vatandaşım , kaçmak !!!

Gerçek Kahramanlar , halen Güneydoğuda dağlarda çarpışıyorlar !

Gecenin yarısını gecen zamanda Havaalanına gelmiş olan,
Bu insanların 2002 den bu yana nerelerde olduklarını da merak ettim ?

Ocak 2004 'de ABD'ye giden Tayip Erdoğan'a, İsrail'e hizmetlerinden dolayı,
Amerikan Musevi Komitesi ADL tarafından "Cesaret Ödülü" verildi...
Bu ödülü alan "Yahudi olmayan" ilk ve tek kişi olma şerefi (!) Recep Tayip Erdoğan'a aittir.

Söyler misin , sen O zaman neredeydin ,
Kafası da , akli da, gözü de örtülmüş yurttaşım ;

Ne zaman mi ?
Söyleyeyim ;

Bu yazdıklarımı iyi ve sindirerek oku değerli AKP'li yurttaşım.
Seni incitmek , kırmak , üzmek için yazmıyorum.
Aklin , izanın , vicdanin varsa okuyarak düşünmen için yazıyorum.
Bunlar Türkiye'nin ve Dünyanın yakın siyasi tarihine düşülen notlardır ;

Hani ABD'li askerler tarafından, aynen Filistin gibi Müslüman halkı olan Irak işgal edildiğinde , Neredeydin ?

Irak'da 1.5 milyon insan öldürüldü ! Neredeydin ?

İki milyon Irak'la evlerini, yurtlarını , vatanlarını terk ederek can pazarından kaçtılar , Neredeydin ?

Yüzbinlerce Irak 'lı kadın , Suriye'de, Lübnan'da,Ürdün' de genelevlere satıldılar !
Erkeksiz , sahipsiz, kocasız kalmış zavallı kadınlar ! Neredeydin ?

Camide ibadet edenleri kuşuna dizerlerken, Abu gureyp hapishanesinde akil almaz işkenceler yapılırken Neredeydin ?

Amerika'li askerler ,küçük kızlara, analarına , Hem de yol ortasında 8-10 kişi tecavüz ederlerken, bir de bu adiliklerini kameraya alırlarken , Neredeydin ?

Onlar Müslüman değiller miydi ?


Kızmaaa , oku , devam ediyorum ;


Senin Kahraman diye karşıladığın , poh pohladığın Başbakan Erdoğan
ve sen nerede idin ?

Sana hatırlatacağım Kahraman Başbakanın nerede olduğunu ;

O,
Irak'ı işgal eden ABD ve İngiltere'nin yanında idi !!!
Amerikan askerleri için dua ediyordu ...
Hatırladın mi duayı ?

Ölen milyonlarca Müslüman Irak'la için dua etmeyen kişi,
Ölen Irak'lilarin kani ellerine bulaşmış idi...
Duasını ise ,Amerikan askerlerine göndermişti !!!

Ne sen vardın ortada ,
Ne de Filistin için secim yatırımı yapan O kahraman !!!

O , Bush ile el ele idi !!!

Unutmuş gibi yapma ;

BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi ,
Hani ,Ortadoğu ve Orta Asya'da 22 ülkenin sınırlarını değiştirecek olan Amerikan projesi !

O,
Kahraman Başbakanın , eşgüdüm başkanı idi bu projenin !!
Ben demiyorum ki ,
Kendisi söylemişti !!!

Hani Irak Suleymaniye' de , Türk askerinin karargahına her zamanki gibi
görüşmeye gelen ABD askerleri , tuzakla askerimizi tutuklayıp, baslarına çuval geçirdiklerinde , Nerede idin ?

Hatırla ;

Amerika'ya Nota verilmeyecek mi diye soranlara ne demişti
"kahraman!!! " Başbakanın ?

Siz notayı , müzik notası mi sanıyorsunuz ? Ve O kahraman Başbakan Amerika'ya tek laf edemedi , tırstı !!!
Nota da veremedi...

O zaman neredeydin sen ?

Hani Kuzey Irak'a , PKK'ya karsı TSK'ye harekat izini veren tezkere vardı ya !
Meclisten geçmişti !

O kahraman Başbakan , Amerika'ya giderek , aylar sonra ABD'den icazet alarak ,
harekat yetkisini aylar sonra TSK'ye devretmişti.
Tabii O sure içinde de kaçan kaçmıştı...
Bush okeylemedikçe , TSK'nin eli bağlı tutulmuştu !

Tabii O zamanlarda sen de ortalarda yoktun !!! Hani şehitlerimize "kelle" dediğin zamanlar ?

İste böyle AKP'li yurttaşım ...

Senin kahramanın kağıttan kaplandır... Yanlış ayak izlerinin peşinden gidiyorsun ...

Gözünü aç...
Aklini devşir...
Bu Yurttan başka yerimiz yok.
Bizi bölüyorlar...
Aklini , gözünü , bilincini örtüyorlar...
Uyan, Uyan ....

Gerçek kahramanları ararsan ,
Nerede olduklarını sana söyleyeyim ;

Onlar simdi Silivri'de..
ABD, AB düzmecesi , AKP katılımlı tuzağın içindeler...

Ama bu düzmeceler ,gün gelecek son bulacak ...
Demokrasi ve hukuk gereğini yapacaktır.

-Naci Kaptan

4 Mart 2009 Çarşamba

Yılın Sözü

Küçük hırsız el feneri, büyük hırsız deniz feneri kullanır.

Ancak her ikisinin de çalışması için Ampul gerekir!

3 Mart 2009 Salı

94 yıllık hikâye...

Yıl, 1915.
Çanakkale'de kan gövdeyi götürüyor.
"Geçerim" diye saldıran emperyalistlerin insan kaybı, 100 bini aşmış...
"Geç de görelim" diyen dedelerimizin kaybı ise, 150 binin üstünde....
Mermiler havada çarpışıyor.
Cesetler toplanamayacak kadar çok...
Bu inanılmaz kıyıma rağmen, İngiliz Hükümeti durumdan memnun.
Çünkü gerçeği bilmiyor.
Çanakkale'deki İngiliz cephe komutanı, "Vaziyet gayet iyi... Bugün
yarın geçeriz" raporları gönderiyor devamlı...
O sırada genç bir gazeteci var orada. Avustralyalı.
Melbourne Age Gazetesi'nin muhabiri.
Görüyor ki, durum kel... Hadise, hiç de İngiliz komutanın anlattığı gibi değil.
Türkler kafaya koymuş...
Kuru ekmek yiyor, bulursa üzüm hoşafı içiyor, şakır şakır ölüyor....
Ama geçirmiyor.
Avustralyalı olduğu için özellikle dikkatini çeken bir konu daha var.
İngiliz komutanlar, karargâhta klasik müzik eşliğinde viski yudumlarken,

Anzaklar patır patır gidiyor.

En son iki tabur Anzak gönderiyorlar bir bölgeye...

Türklerin, iki taburu yok etmesi iki saat bile sürmüyor.

Üstelik, müthiş bir sansür var.
Yazdığı haberler, İngiliz yetkililer tarafından engelleniyor.
Bakıyor ki, olacak gibi değil...
Sarılıyor kaleme, tüm gerçekleri tek tek anlattığı, 8 bin kelimeden
oluşan, "Gelibolu Mektubu"nu yazıyor.
Özeti şu:
"Çanakkale geçilemez... Hemen çekilin."
Ve bu mektubu, sansürden kurtulmak için Avustralya Başbakanı'na "elden" ulaştırıyor.
Avustralya Başbakanı mektubu okuyor, gözlerine inanamıyor ve acilen,
yine "elden", İngiltere Başbakanı'na ulaştırıyor..
İngiltere Başbakanı mektubu okuyor, Savaş Kabinesi'ni topluyor,
orada bir daha yüksek sesle okuyor...
Gizlice araştırılıyor. Mektup doğru. Hatta az bile yazılmış.
Cephedeki İngiliz komutanın, kendi poposunu kurtarmak için palavra attığı anlaşılıyor.
Ve karar veriliyor. Komutan görevden alınıyor.
Emperyalistler, Çanakkale'den çekiliyor.

Yazdığı mektupla savaşın sona ermesini sağlayan genç gazeteci,
Avustralya'da "kahraman" gibi karşılanıyor. "Sir" ünvanı veriliyor.
E tabii kapılar açılıyor... Savaşa "muhabir" olarak giden gazeteci,
savaştan sonra "gazete sahibi" oluyor.

Yıl, 1952. Çanakkale'de savaşın kaderini değiştiren "sir gazeteci" vefat ediyor.
Bir tane oğlu var... O zamanlar, 21 yaşında.
Babasının gazetesinin başına geçiyor. Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor.
Avustralya'ya sığmıyor... ABD'ye, Avrupa'ya el atıyor.
Bugün, 78 yaşında. Dünya medya imparatoru.
75 televizyon kanalı... 175 gazetesi var.
TV kanallarıyla 600 milyon izleyiciye, gazeteleriyle 11 milyon okuyucuya hitap ediyor.
Yıl, 2009...
Çanakkale'nin "dövüşerek" geçilemeyeceğini ilk anlayan "sir gazeteci" nin oğlu,

[Çanakkale'nin nasıl geçileceğini gösterdi... EFT'yle.]
Bastı parayı, TGRT'yi aldı.

Adı, Rupert Murdoch.

2 Mart 2009 Pazartesi

Zülfü Livaneli'den Türkiye'nin Büyük Dönüşümüyle İlgili Tahminler

Bir çocuğun büyümesini, anası babası zor fark eder.Çünkü çocuk her gün gözlerinin
önündedir ve bir günden ertesi güne değişiklik olmamaktadır. Çocuk hep aynı gibidir. Ama aynı çocuğu bir yaşında gören kişi dokuz yıl sonra gelip de onun
on yaşını sürdüğünü gördüğü zaman gözlerine inanamaz. Ve çocuğu tanıyamaz.

Ülkeler için de durum böyle.

Her sabah kalkıyoruz, gazeteleri okuyoruz, işe gidip geliyoruz, akşam televizyonda haberleri izliyoruz ve ülkedeki büyük değişimi fark edemiyoruz.

Her şey aynıymış gibi geliyor. Oysa, Türkiye büyük bir hızla değişiyor, dönüşüyor, bambaşka bir ülke haline geliyor. Bunu anlamanın en kestirme yolu, ülkeyi üç beş yıldır görmemiş birisinin tanıklığına başvurmaktır.

İnanın bana, bütün samimiyetimle söylüyorum; bir süre sonra Türkiye iyice tanınmaz hale gelecek. Siz bile şaşıracaksınız.

Peki bu değişimin yönü ne? Bunu kısaca " muhafazakarlaşma, Orta Doğu ülkesi olma, zenginleşme ve kalitesizleşme" olarak adlandırabiliriz.
Dikkat edilirse bunlardan bazıları olumlu, bazıları olumsuz özellikler ama hepsi bir arada gerçekleşiyor. Yani önümüzdeki yıllarda şöyle bir ülkede yaşayacağız:

Gökdelenlerle ve alışveriş merkezleriyle dolu, lüks mağaza ve lokantalardan
geçilmeyen, yabancı şirketlerin Orta Doğu merkezlerinin bulunduğu bugünkünden daha zengin bir ülke.

Yani bir çeşit büyük Dubai ya da eski Beyrut! Öte yandan daha da hızlanmış
bir cahilleşme, kültürsüzleşme, lumpenleşme süreci.

Her önemli işin başında; liyakata göre değil tarikatilişkilerine göre seçilmiş insanlar. Alabildiğine muhafazakar ve alabildiğine Amerikancı bir ülke.
İşte benim gördüğüm manzara bu.
***
Önümüzdeki günlerde AKP hükümeti, " PKK liderlerini teslim alan hükümet"
olarak alkışlanacak. Orta Doğu'dan ve Batı'dan Türkiye'ye para akmaya devam
edecek. Laik kesim ise bir yandan giderek küçülecek, bir yandan da yıllardır
yaptığı gibi birbirini yemeye devam edecek.
***
Bu kadar büyük bir değişim sadece iç dinamiklerle başarılamazdı. Amerika'nın Orta Doğu meselesinde Türkiye'ye biçtiği rol, uzun dönemli bir senaryoyla uygulanıyor. İçteki aktörler de siyasiler, basın, üniversite, iş alemi, aydınlar olarak
rolün hakkını veriyorlar.
***
Peki on beş yıl sonra ne olur diyorsanız, onunla ilgili bir tahminde de bulunabilirim. Toplum, sistemli eğitimle dönüştürülmüş olacağı için, Cumhuriyetin kuruluş yılını bile hatırlayan kalmaz.
***
İsteyen bu yazıyı kesip saklasın ve eğer Türkiye başka türlü gelişirse beni utandırmak için suratıma çarpsın. Ama ne yazık ki bu pek mümkün görünmüyor.

-Zülfü Livaneli